|
Bir mektup

Bizler aynı coğrafyada yaşıyoruz. Birbirimizin acılarını kendi acılarımızmış gibi hissetmezsek eğer, dünyalarımız birbirine çok yabancı olur. İşte esas ayrılık, esas bölünmüşlük budur. Sadece tel örgüler, mayın tarlaları değildir ayıran insanları. Bizi çoktan bölen, korkunç ''duyarsızlık''. Eğer bölünmeye, ayrılığa karşıysanız siz de hissedeceksiniz acılarımızı."

Yukarıya cümlelerini alıntıladığım mektup, Ümraniye Cezaevi''nden gönderilmiş.

Üzerinde 1 Ağustos 1999 tarihi var; ancak gazetenin İstanbul merkez adresine gönderildiği için önceki gün elime ulaştı.

PKK ile ilgili çeşitli davalardan mahkumiyet alan bir grup bayan mahkum adına içlerinden biri tarafından yazılmış ve özellikle içinde bulundukları sağlık koşulları ile ilgili önemli iddialar içeriyor.

Bu iddiaları kendi satırlarından aktarıyorum:

"Beş çocuk annesi 46 yaşındaki Hanım Baran 4 yıl önce gözaltında gördüğü işkencelerden dolayı ölümcül bir hastalığa yakalandı. Sanırım "işkence yok" demeyecek kadar tanıyorsunuzdur bu ülkeyi. Bir yıl boyunca ısrarla gittiği hastaneden ağrı kesici ile ya da .......... dayağı ile geri gönderilen Hanım Baran birkaç hafta ömrü kalmış denilerek bir ay kadar önce tahliye edildi. Hanım Baran ilk değil. Ondan kısa bir süre önce ateşli bir grip geçirdiği için hastaneye kaldırılan Uğur Hülagü Gündoğan''ın ertesi sabah ölüm haberi gelmişti.

Altı ay önce tutuklanan Filiz Çevik ise, doğum yapacağı gün gönderdiğimiz hastaneden bebeğinin ölüm haberi ile geldi. Sizce, onu karnında ölü bebeği ile geri gönderen doktorların tıp bilgilerinden mi şüphe etmeli, yoksa kasıtlarından mı? Ölen sadece bebek değil, bir annenin umutları, en güzel duyguları idi. Bundan başka insanlık dışı ne olabilir?

Şimdi de ağır derecede tüberküloz olan Gülseren Özdemir''in tedavisi engelleniyor. Kan kusmasına rağmen gönderdiğimiz hastaneden aynı gün koğuşuna geri gönderildi."

Bunlar yetkili mercilerce ciddiye alınması ve mutlaka araştırılması gereken iddialar. Ortada bir suç varsa, mahkemeler o suça karşılık gelen cezayı (Burada suçun gerçekliği ve cezanın adilliği gibi bir tartışmayı gerekli bulmuyorum) verir. Mahkemenin verdiği cezanın üstüne, insani ve hukuki olmadığı su götürmez başkaca ''ceza''lar eklenmesi kabul edilemez. Bu nedenle iddiaların üzerine gidilmeli ve doğrulukları araştırılarak gerçek ortaya çıkarılmalıdır.

Bu ilgili bütün kurumlar için hem insani, hem de hukuki bir görevdir.

Hiçbir toplumsal yara; yok sayıldığı için ortadan kalkmaz.

Aksine tortulaşır ve kangrene dönüşür.

Mektubun devamında buna da değiniliyor.

"Eğer siz, "Bölücü değilim, insanlarla arama kinden sınırlar koymuyorum'' diyorsanız, yaşananlara sessiz kalmamalısınız. Savaş, yoksulluk, çeteler, işsizlik... Bin bir acı içinde kalmış bir halk için "aydınım" diyenlerin sessizliğinden korkuncu yoktur.

En çok, savaşın çirkinliğini yaşamışlar bilir barışın güzelliğini. Bunun için onların yaşaması gerek. Hanım Baran ve doğmamış bebeği için geç belki. Ama Filiz Çevik ve Gülseren Özdemir için hala bir şey yapılabilir. Kini büyütmeyelim. Savaşın, içinizdeki insana dair duyguları öldürmesine izin vermeyin. İşkenceye, ölüme alışmayın."

Bunlar düşünülmesi ve üzerinde tartışılması gereken satırlar. Olgun ve iyiniyetli çabalar, kanayan pek çok memleket yarasına merhem olabilir.

Yeter ki duyarsızlığın ölümcül sağırlığına bürünmeyelim.


25 yıl önce
Bir mektup
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle