|
Erken kalkan bir nokta

Birçok şey kimsesiz bir çocuk gibi sahipsiz bırakılıyor dünyanın ayazında; söylenemeden durulamamış bazı ürkek sözler, hiç söylenmeden söylenmiş kadar olunan kelimeler, dışarıya taşmasına engel olunamamış duygular, tek başına saklanamadığı için kırk kat mahremiyet bohçasına sarılarak emanet edilmiş sırlar, kanaması durdurulamamış yaralar, ertelenmekten ve ötelenmekten yorulmuş hayaller, cana ve tene düşen gölgeler, iç titreten ürküntüler, yenilgiler, yılgınlıklar, can acıtıcı geri çekilmeler, vazgeçmeler... İnsan coğrafyasının, istenmeyen bir eşya gibi sessizce yol kenarına bırakılıverilen girinti ve çıkıntıları bunların hepsi... Yok saymakta ısrar ettiğimiz için öz haritalarımızı kabataslak bir karalamaya dönüştüren ayrıntıları hayatlarımızın... Eksiğiz diyoruz ya hep, tamamlığı gözümüz hiç kesmediğinden...



“Sanki bir şeyler hiç durmadan bizi kovalıyor ve biz sürekli onlardan kaçıyoruz!" dedi biri. Anlamsız karalamasına ara vererek peçetenin üstüne “Kendinden kaçan insan!" ifadesini yazdı diğeri.



Yürümenin anlamını o kadar kaybetmişti ki, durmak için ne yapması gerektiğini de bilemiyordu.



Toprak sessizdir, bekler, neden sonra bir filiz bir tohumu çatlatarak başını uzatır, neşe içinde güneşle konuşmaya başlar, toprak yine sessizdir, sadece dinler ve bazen hafifçe gülümser.



Bazen çok erken kalkmış bir nokta kuş cıvıltılarına kulak vererek çayını yudumlarken, sabah mahmurluğunu henüz üstünden atamamış telaşlı herhangi bir cümlenin gelip yavaşça omuzuna dokunmasını bekler.



Posta güvercinleri de okur bazen meraklarına yenilerek, kalp atışları zarfına sığmayan mektupları.



Zaman zaman her yaştan insan şehrin herhangi bir yerinde bir araya geliyor, topluca dünyaya kulaklarını tıkıyorlardı. Şehrin o aşırı gürültüden mâmûl sesini insanlara duyurabilmek için ne şaklabanlıklar yaptığını bilmem anlatmaya gerek var mı?


“Siz de deneyin bakın: Bir odanın kapısını, pencerelerini sımsıkı kapayın. Sırtüstü yatıp gözlerinizi kara bir bezle bağlayın. Kafanızdaki bütün fikirleri kovarak, bütün dikkatiniz saatin tiktağında, zamanın geçişini düşünün. Yaşadığınızı düşünün. Bir vapur olduğunuzu, zamanı yara yara ilerlediğinizi, hayatın saniye saniye yanınızdan kayıp gittiğini..." diyor 'On İkiye Bir Var'da Haldun Taner.


Hızına tahammül edemeyip yürüyen merdivenlerin basamaklarını hızla inen, ritmine dayanamayıp filmleri bir tık hızlı gösterimde izleyen insanlar, yetişebildiğiniz herhangi bir şey var mı?


“Kim bilir aklıma neler geliyor” dedi yanındakine, “WhatsApp'tan başımı alıp bir türlü bakamıyorum!”


Yelkovan istediği kadar sabırsız olsun, saati belirleyen hep ağır başlı akreptir.


Derde derman olmayacak nice fuzuli işle her daim meşgûlüz, derman gelip kapımızı çalsa açamayacak bir sağırlıkla malûlüz!


“Verirsen cânını cânân senindir/ Düşersen derdine derman senindir” diyor Usulî merhum.


“Nice söz var" dedi meczup, “sana gelir amma senin değildir"

#Haldun Taner
#On İkiye Bir Var
8 yıl önce
Erken kalkan bir nokta
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle