|
Kanaviçe

Yaşadığınız her günü hayatın sonsuz gözenekli kumaşı üstüne farklı renkler ve tonlarla attığınız bir çarpı gibi düşünün. Ve günlerin birleşerek o kumaş üzerinde sadece sizin hayatınıza özgü motifi teşekkül ettirdiğini... Yaşarken tekdüze gelebiliyor, önemsiz görünebiliyor gözümüze birçok şey...


Hiç öyle değil oysa... Bütün parçalardan oluşuyor çünkü. Kanaviçedeki bir rengin, birkaç tonun, birkaç çarpının, birkaç günün, birkaç küçük ayrıntının eksik olması motifi de eksik bırakacaktır. Tersten söylersek, yaşadığımız her şeyin, bazen farkında bile olmadığımız ayrıntıların hayatımızın büyük resmi üzerinde vazgeçilmez, olmazsa olmaz yerleri var. Büyük resme karakterini veren hep o küçük çarpılar, o ayrıntılar, o biricik tonlar değil mi? Belki farkında değiliz ama her yaşadığımızla hayatın sonsuz gözenekli kumaşı üstüne sadece bize bağışlanmış olan, sadece bizi anlatan, sadece bizim rengimizi, tonumuzu, farkımızı yansıtan bir kanaviçe işliyoruz. Güzel olabildiğimiz kadar güzel, olamadığımız kadar değil...

“Giderek herkes birbirine benziyor sanki” dedi çayından bir yudum alarak. “Çünkü artık kimse kendine benzemiyor” dedi karşısında oturan.

“Şimdi yiğitlerimiz göçtü, güçlü genç erkeklerimiz bu adadan göçtüler, bu kadar mehtap önce halkıma ait olan bu adadan. Şimdi başka genç erkekler geliyor. Ama benim halkımın ruhu yaşıyor. Çayırlar’ın ruhu. Bu ruh her yerde; çamların arasında eser rüzgârda, büyük mavi suyun dalgalarında, bir kartal kanadının hışırtısında, yaz göğünün gürültüsünde. Ruh’u dinlemeyen, Ruh’un Andını içmeyen hiç kimse bu adaya benim diyemez, burada mutlu olamaz” diyor bir Kızılderili, Kurt Vonnegut’un ‘Otomatik Piyano’sunda.

‘Yeryüzünde yaşayan herhangi bir insan’ ile ‘bankta oturan herhangi biri’ isimli ilki daha büyük olmak üzere iki küme oluşturabiliriz. Buna karşılık, ikinci kümeden ilkinden daha az hikaye çıkacağını hiç kimse iddia edemez.

Kendine ‘büyük insan’lık payesi kazandırmak için her gün kırk takla atan tiplerin sayısı arttıkça şuna inancım giderek daha da güçleniyor: Asıl büyük hikaye küçük insanların dünyasında yaşanıyor ve büyük insanlar da çoğu zaman küçük sandığımız hikayelerden çıkıyor.

“Sırf özgür olabilmek için bütün duvarları yıktım ben!” diye haykırdı ayaktaki. “İşte bu yüzden şimdi ayazdasın!” dedi oturan.

O karlarla kaplı soğuk filmlerden biriydi. İyiliksever bir polis memuru, hayalindeki yitik hazineyi arayan hafif kafayı sıyırmış kadına şöyle diyordu: “Özgürlük, süslü yalnızlıktır”

Her yere varabilecek güce sahip olduklarına inanarak yola çıkanlar, uçsuz bucaksız yeryüzünde yollarını bulmak için gökyüzünde parıldayan bir yıldıza muhtaç olduklarını anladıklarında varabilecekleri tek yere varmış olurlar.

Elindeki taşı atabileceğin en uzak yere at, gözlerini bakabileceğin en uzak noktaya çevir, aklını anlayabileceğin en son gerçeğe kadar götür... Hepsi bu kadar mı sanıyorsun gerçekten?

İstikametlerini doğru tutmak için muhtaç oldukları yıldızı gönül semalarında taşıyan insanlar da var.

“İp yokken, renk yokken, gergef yokken” dedi meczup, “yine de bir nakıştın sen!”

#Yeryüzü
#Filmler
7 yıl önce
Kanaviçe
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle