|
Küsuratın kederi

“Hayatın, parçalarının toplamından daha fazla olduğunu bil ufaklık!” diyor kaybeden bir kadın, dünyayı bir türlü anlayamayan bir delikanlıya, ‘United States of Leland’ filminde.

Her parçalanmadan geriye, bir daha yerini bulamayan kederli parçalar kalır.


Rüzgarlı bir zamanda yaşıyoruz ve bizi, açık bırakılmış pencerelerin cereyanından koruyacak hiçbir tertibatımız yok. Kaskatı tutuluyor her yanımız. Düşüncelerimiz, duygularımız, nice çabayla, nice ağır bedeller ödenerek edinilmiş tecrübelerimiz, bizi tamamlayan, bütünleyen irili ufaklı parçalarımız... Bakmaya mecbur ve hatta memur kılındığımız yerden başka yere bakamıyoruz. Üstümüze giydirilmiş bir çaresizliğin içinde kilitli kalmış gibiyiz. Gitme kabiliyetimizi en başta, elimize gidilecek yerler diye bir tarife tutuşturulmasına izin verdiğimiz zaman yitirmiş gibiyiz. Kaldıysa içimizde kendimize ait bir söz, o sözü artık kendimize dinletemiyoruz. Çok geç değil aslında ama biz çok geç olduğunda sanki hemfikiriz. Rüzgarlı bir zamanda yaşıyoruz ve akıl ermez bir katılaşma içinde oradan oraya çaresizce savruluyoruz.

“Ne düşünüyorsun?” diye sordu gelen. “Düşündüklerimi düşünmekten nasıl kurtulabileceğimi!” dedi zaten orada olan.

Bir de şunu düşünün, neticesi yuvarlak rakamlara bağlanmış bir hesabın küsuratı ne hisseder?

“Sanki aramızdaki uzaklık zamandan yapılma; geri alınamaz bir nitelik. Artık yiten bir çizgiyle önümüzde koşamayan zaman şimdi bizi birbirimize bağlayan bir ip gibi aramızda paralel gidiyor, uzaklığımız aradaki boşluk değil de ipin iki kat artışı oluyor” diye yazmış William Faulkner kendine özgü diliyle ‘Döşeğimde Ölürken’de.

Dalgın görünen bakışlarla uzaklara, hep uzaklara bakanların; aslında hiç istemedikleri, çağırmadıkları, boynuna atılmadıkları bir yakınsızlığın elinde çırpındığını düşünürüm.

“en yakın yabancı sendin,/ daha sürülmemişken ışığın biberi yaramıza,/ yaslanırken boşlukta duran bir merdivene henüz.” diyor daima kederli Nilgün Marmara, ‘Yalnızlık’ta.

Dalından düşen her kuru yaprak, ağacın sonbahara küskünlüğüdür.

Mesela başkalarıyla karşılaştığında, mesela etraftaki herkes bir anda dönüp ne söyleyeceğine kulak kesildiğinde, mesela bir bıçak gibi göğsüne saplanan bir hayal kırıklığının canını hiç acıtmadığına dair bir yalan denkleştirmeye çalıştığında, mesela nereden bir cesaret bulduysa, içindeki bir şeyi dışına çıkarmaya kalkıştığında, mesela bütün varlığını dünyanın ortasında çırılçıplak bırakmak üzere kapısına dayanan bir gerçekten kaçmaya çalıştığında, mesela bütün o zayıflığı, o çekingenliği, o yaralanmaya açıklığı içinde insan olmanın ne kadar yorucu olduğunu düşünmeye başladığında, mesela birbirini açan sözler kontrolden çıkıp artık durdurulamaz hale geldiğinde, mesela içinde kopan fırtınayı bitimsiz bir durgunlukla örtbas etmeye çalıştığında... Ellerini koyacak bir yer bulamayan insanların, bizim dünyamızda gerçekten ellerini koyacak bir yerleri olmadığını biliyor muydunuz?

Gönülden geçen bir sözü işitmek için, söylenmesine ihtiyaç duymayan insanlar da var.

“Hatırda kalmak istiyorsan,” dedi meczup, “hiç hatırı sorulmamış olanın hatırını sor!”

#United States of Leland
#Nilgün Marmara
6 yıl önce
Küsuratın kederi
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle