|
Neremiz ağrıyor?

“Bir kez kendini bulmuş olan kişinin bu yeryüzünde yitirecek bir şeyi yoktur artık. Ve bir kez kendi içindeki insanı anlamış olan bütün insanları anlar” diyerek zihnimize esaslı bir mim koyuyor Stefan Zweig, ‘Olağanüstü Bir Gece’de.


Hayatımızdan eksilttiğimiz ve içten içe ihtiyaç duymaya kaçınılmaz şekilde devam ettiğimiz şeylerin yokluğu o kadar zorluyor ki bizi; tanısı konamayan, etkileri ve yan etkileri tam bilinemeyen, nereye varacağı anlaşılamayan bu devre özgü tuhaf hastalıklarla malûl hale geliyoruz hepimiz. Kendimizi, hayat yapbozunun neresine koysak uymayan bir parçası haline getiriyoruz kendi elimizle adeta. Dengemiz bozuluyor, ayarımız kaçıyor, neşesi çekiliyor günlerimizin. İçimizdeki bu devasa boşluğun sancısını durdurabilmek, acısını dindirebilmek, içimizi parçalayan bu derin krizi en azından hissedilmez hale getirmek için tonlarca ilaç yutuyoruz. Ağrı kesiciler, yatıştırıcılar, uyuşturucular, sakinleştiriciler, hissizleştiriciler ve yalanın prospektüslere sığdırılamayan daha nice kimyasal numarası var, hepsi bizim için. Kaybettiklerimizi yerine koymak için değil oysa kimya ticaretinin çare arayışı; öyle bir ihtimal işin temelinde, mantığında yok, umurunda değil belli ki! Kaybettiklerimizin içimizde açtığı boşlukları görünmez ve hissedilmez hale getirmek için kurulmuş bu düzen... İnsanı, kendi iç feryatlarını duyamaz, işitemez hale getirmek için...

“İçimizde gidişatımıza isyan eden bir şey var” dedi beyaz saçlı adam yanındakilere, “biz onu baş ağrısı sanıyoruz!”

Ağrı kesici üretmek için dev endüstriler kuran bir sistemin, insanın ‘ağrı’larına asla gözden çıkarılamayacak büyüklükte yatırım yapmış olduğunu görmemiz lazım. Çarkların dönmesi için insanın hem içinin, hem dışının sürekli arızalanması, hiç durmaksızın ağrıması, ‘ağrı’nın hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline gelmesi gerekiyor bu kara düzende. Ağrı, bu düzende ticaretin hammaddesi, vazgeçilmezi... Sistemin ağrılara para harcamayı gereksiz kılacak bir insanîliğe evrilme ihtimali yok tabiatıyla, bunu beklemek abes... Mesafe alabilmek, arızalarımızı giderebilmek, iyileşebilmek için sistemin farkında olmamız ve onların kurgusunu bozmamız gerekiyor. Ağrıların hissedilmez hale gelmesi değil, sonuna kadar hissedilmesi, anlaşılması gerekiyor. Dönüp, ‘insan’da neyin yanlış gittiğine canımızı acıtma pahasına çok yakından bakmamız gerekiyor. Ve kendimize doğru değişmemiz, esas tabiatımıza, aslî hayatımıza geri dönmemiz gerekiyor. İmkansız mı geliyor kulağa bu? O zaman hep birlikte hapı yutmaya devam!

“Ne zaman evde ağrı kesici olmadığını farketsem” dedi biri şaşkınlıkla yanındakine, “hemen bir yerim ağrımaya başlıyor”.

Hepimiz adeta doymak bilmez birer kemirgene dönüştük. Sadece hayatın tabii kaynaklarını değil, anlamını da kemirip duruyoruz. Birbirimizi hiç bıkmadan usanmadan incitiyor, kendimizi şu kalabalık gezegende yalnızlığa, ıssızlığa mahkûm ediyoruz. Kimse kimseye kapısını açmak istemiyor, çünkü kimse kimseye güvenemiyor artık. Düşmemiz kaçınılmaz; çünkü herkes kendi bindiği dalı kesmekten vazgeçiremiyor bir türlü kendini.

“Dü çeşmim kan ağlamaktan gözlerim yaş incidir/ Kadir kıymet bilmeyenler yaren yoldaş incidir/ Dinle sözüm al nasihat konuşma cahilinen/ Cahil de bir kem söz var ki değse bin baş incidir” demiş Aşık Tüccarî Baba, rahmet olsun.

Bir de şunu düşünün; hiç kimsenin yazmadığı esaslı bir şiir ne hisseder?

Başkalarının derdinde kaybolan, niyazında sırayı kendine bir türlü getiremeyen insanlar da var.

“İster kendinde ara, ister başkasında ara” dedi meczup, “ama hiç bıkmadan hep insanı ara!”

#Aşık Tüccarî Baba
#Stefan Zweig
7 yıl önce
Neremiz ağrıyor?
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”
Antisemitizm, 7 Ekim ve Biden’ın Vietnam’ı
Yangından mal kaçırma: Terör örgütü ABD’den tanınma istiyor!
Unutma sakın!