|
Tabela umurumda değil!

Futbola ilgi duymayan okurların yüksek müsaadeleriyle iki futbol yazısı daha yazacağım. İlki bugün, ikincisi de final maçının ardından...

Malum, gündemin ilk sırasında açık ara futbol var. Neredeyse darbe taraftarları bile görevlerini unutup kalabalığa katılacak, futbol taraftarı olacaklar. Bırakın da yıllardır kıyıda edebiyle futbol izleyen bendeniz de bu keyifli gündeme bağlı kalayım. Futbola burun kıvıranlardan değilim, içinde pek çok güzellikle birlikte, pek çok tartışma konusu ve fenalık taşıdığının da farkındayım. Ama takdir edersiniz, şu sıra güzellikleriyle daha fazla meşgulüz. Şunca senedir futbolla yatıp futbolla kalkan milletin şimdiye kadar çok çok az yaşama imkanı bulduğu bu keyfi kaçırmaya hakkımız yok. Üstelik futbol, yine tarihimiz boyunca hiç vermediği kadar esaslı sosyolojik mesaj verip dururken...

Siz bu satırları okurken Almanya maçının sonucunu biliyor olacaksınız, ben yazarken akşama ne olacağını bilmeden yazıyorum. Muhtemel sonuç belli... Almanya gibi böyle mücadelelere her zaman buz gibi hazır bir takıma karşı çok yarım yamalak yakalandık. Açıkça itiraf edeyim ki, eksik oyuncularımızın yokluğunun acısını yaşayacağımızı düşünüyorum. Ama ben vaktiyle İsviçre maçına değil ama Çeklerle ve Hırvatlarla oynadığımız maçlara da son derece ümitsiz çıkmıştım. Neden? Kesinlikle bu maçlara alacak potansiyele sahip olmadığımızı düşündüğümden değil... Kartların doğru dağılmadığını düşündüğümden, yüksek potansiyelimizin kafa karışıklığına kurban gideceğini zannettiğimden... Açıkçası bu konuda haklı çıkmadığımı da düşünmüyorum. Türk Milli Takımı, sonuç olarak yarı finale gelmekle bile kendi tarihine bir ilkin kaydını düşmüş, başarılı olmuştur. Fakat bana sorarsanız futbol kapasitesini ve kalitesini küçük patlamalar ve ferdi çıkışlar dışında gösterememiştir. Yerli ve yabancı yorumcuların büyük ekseriyetle Türkiye''nin teknik-taktik değerlerinden değil de, hırs ve inancından sözediyor olmasının nedeni de budur. Bu tablo içinde soruların sorulması gereken adres elbette kenar yönetimidir, bunu da maçların ardından yazacağım yazıda yapacağım.

Akşam oynanacak büyük maçı beklerken asla bir gerilim yaşamadığımı ve bunun çok ilginç bir şey olduğunu söylemeliyim. Ben ki Galatasaray''a UEFA Kupası''nı, Milli Takım''a Dünya Kupası üçüncülüğünü getiren yolda oynadığımız her maçta fena halde gerilim yaşamıştım. Bu gerilimi Hırvatistan maçında da yaşamadım. Bu rahatlığın sebebi, biliyorum ki skordan emin oluşum değildi. Neydi o zaman? Sanıyorum İsviçre ve Çek Cumhuriyeti maçlarında giden maçları döndürerek bizden beklenmeyeni yapan ve dünya otoritelerinin ağızlarını açık bırakan ekstra performansımızın tatmin ediciliğiydi. "Başardık" duygusunu daha Çek Cumhuriyeti maçının son düdüğünde hissetmiştim ben. Bunun üstüne olağanüstü bir Hırvatistan zaferi eklendi. Şimdi rahatlıkla Almanya maçından çıkacak sonucun çok önemli olmadığını söyleyebiliyorum, bunu söylerken samimi olduğumu da biliyorum. Tarihimizde ilk defa Avrupa Şampiyonası finali oynayacak olmamız elbette önemli... Ama daha önemli bir şey var: Bu milletin kolay kolay bozulmayacak sağlam karakterli çocukları var ve onlar yakın zamanda çok daha önemli işler başaracaklar. Bugün bu eksiklerle alacakları sonucun yeni bir zafer ya da büyük bir fiyasko olması fikrimi kesinlikle değiştirmeyecek.

Kara kuruntularını üfürerek bu ülkenin semalarını kara bulutlarla kaplamak isteyenlerin, yelkenlerini azimle doldurmuş bu halk çocukları karşısında işi çok zor bundan sonra...

16 yıl önce
Tabela umurumda değil!
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi