|
Yeşilçam"ın perde arkası

Cezmi Ersöz''ün bir yazısı var.. Yeşilçam''ın en ağır şartlarda çalışan ''set işçilerinden'' bahseder. Ersöz, Yeşilçam''ın set işçileri için, ''yoktan var edenler,'' der..Yeşilçam devirlerinden günümüz sinemasına nasıl gelindiğinin bir başka yüzünü anlatır bize. Bu yazımızda Ersöz''ün bu etkileyici yazısını paylaşmak istedim sizlerle..

Yönetmen emreder: ''Bulun, yaratın, yapın!'' der. Set işçisi, set teknisyeni itiraz edemez; yok diyemez; bulur, yaratır, yapar. Eli mecburdur. İmkânları son derece kısıtlı olsa bile, koşullara yenik düşmez. Setçi, becerikli bir insan olduğu gibi, hayal dünyası da geniş insandır. Çünkü hayali kısıtlı olsa, öksürük şurubundan ya da bağırsak ilacından kan yapamaz. Göz damlasından gözyaşı, sigara dumanından sis yapamaz. Set işçisinin; ''gariban'' Türk sinemasının set işçisinin fantezisi olmazsa, koşullara yenik düşer. Set işçisi yenik düşerse, ne kan olur, ne gözyaşı, ne patlama ne de yangın.

Yeşilçam''ın set işçileri için, yoktan var edenler dedik. Nasıl mı?

Bir keresinde, evin birinde yangın çıkartılacak. Tabii, yakılacak bu ev maket olarak hazırlanır. İsmail Kündem elindeki yanıcı maddelerle evin içine girer. Dışarıda teknisyeni, onun elinde de gazla üstüpüler, paçavralar vardır. İsmail Kündem evi içerden yaktıktan sonra dışarı çıkacak ve o çıktıktan sonra, teknisyen, evi dışarıdan ateşi verecektir. Ama heyecandan, biraz da acemilikten, teknisyen, İsmail Kündem dışarı çıkmadan, evi ateşe verir. İsmail Kündem içerde, alevlerin içinde canını kurtarmaya çalışırken, dışarıda çekim başlamıştır bile. Sonra, güç bela kapıyı bulup çıkınca, filmi çeken kameraman büyük bir şaşkınlıkla şöyle der: ''Aaa! İçerden adam çıkıyor!'' Birkaç ay hastanede yatar İsmail Kündem, yanıklar içinde. Tabii, ne tazminat, ne sigorta. ''İlaç paralarını bile cebimden ödedim,'' diyor.

Buna benzer bir olay da Hülya Avşar''ın başına gelmiş. Hülya Avşar, rol gereği tabanca ile vurulacak. Setçiler karın bölgesinde, kemerinin içine, patlatılacak olan kan torbasını ve fünyeyi yerleştirirler. Fünyenin ucundan ince bir kablo çekilir, bu ince kablonun bir ucu setçinin elinde, öbür ucu aküdedir. Tabancanın tetiğini çekecek olan oyuncuya senkron tutturularak fünye patlatılacak ve fünye ile birlikte kan torbası patlatılıp kan akıtılacaktır. Fakat fünyeler bir türlü patlamak bilmez. Derken sıra sonuncu fünyeye gelir. O denenir ve fünye patlar. Aynı anda Hülya Avşar, o güzelim kız, ''yandım, anam!'' diye düşer kanlar içinde. Çevredekiler, ''Vay be, kıza bak, rolünü amma iyi başardı!'' diye dursunlar, Hülya Avşar''ın karnından akan kanlara, Pirox barsak ilacı çoktan karışmıştır bile. Fünye, Hülya Avşarın karnında patlamış ve onu çok ağır yaralamıştır. Konuştuğum set işçileri buna neden olarak orijinal fünyeyi gösteriyorlar. Orijinal fünyenin, duvar, taş, dinamit gibi sert zeminlerde kullanıldığını, insanda kullanılacak fünyenin elde ve kara barutla hazırlanması gerektiğini söylüyorlar. Kimileri de, Hülya Avşar''ın karnından yaralanmasının nedeni, fünyenin ters bağlanmasıdır, diyor.

Yeşilçam''da setçiler, filmler için gerekli birçok malzemeyi eş dost aracılığıyla ya da bazen tamamen rastlantıyla bulurlar. Kiminin, orduda depocu ya da subay bir tanıdığı vardır. Rica ederler. Buralarda işe yaramayan kimi silahlar, kullanılmış veya ıskartaya çıkarılmış bombalar vardır. İsterler. Denk düşerse, gidip alırlar. İşte, senelerin setçisi Selim Acar, bu koşullarda bir sis bombasına sahip olmuş. Bir gün bir filmde kullanılmak üzere sis bombasını sete getirirken, bir bakar, otobüste bir polis var; paniğe kapılır. Otobüsten inmek için ayağa kalkar. Bu sırada polisle yüz yüze gelir. Polis de şüphelenir. O inince, polis de iner. Selim Acar, ne yapacağını bilemez. Polis, ''Aç şu çantayı, bakacağım!'' dese ne cevap verecektir? Durumunu nasıl anlatacaktır? Üstelik, çekime bir an önce yetişmesi gerekmektedir. Can havliyle bir taksiye binip oradan uzaklaşır. Kurtulmuştur ama ömründen birkaç sene gittiğini de itiraf etmekten geri durmamaktadır.

Bütün bunların yanı sıra, setçinin, çalıştığı ortamda çoğu kez güvencesi yoktur. Örneğin, Tuzla''da, askeri bir bölgede çekilen, ''Ateşten Günler'', filminin set amiri İbrahim Uğurlu, gece süren set hazırlıkları için bu bölgede dolaşırken, mermileri namluya sürülmüş nöbetçi askerlerin, ''Dur! Yaklaş! Parolayı söyle!'' komutuyla neye uğradığını şaşırır. O günkü parolayı bilmemektedir. Çaresiz, nöbetçilere filmin adını söyler: ''Parola: Ateşten Günler!'' Ama bu nöbetçi erlere yeterli gelmez, İbrahim Uğurlu''yu yaka paça askeri karakola götürürler ve sorguya çekmeye başlarlar. Onu, saatler sonra, filmin prodüktör amiri kurtarır.

11 yıl önce
Yeşilçam"ın perde arkası
Fukuyama SİHA’ları neden övdü? Durun, biz daha yeni başladık. Asıl sürpriz “tarih dönüşü”dür.
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü