|
Futbolun değişme süreci

Galatasaray''ın bu yıl Avrupa''daki başarısı çok şeyi değiştirdi: Tıpkı son bir buçuk yıldır Türkiye''nin dış performansının derinden derine ve çok olumlu bir yönde değişmesi gibi! Galatasaray''ın başarısında en büyük payın "sistem ve taktik ustası" Fatih Terim''de olduğunu bir kez daha vurgulayıp, bu değişme sürecini ilginç bir yoldan örneklemeye çalışayım: 1995 yılında fırsatını bulup yazdığım bir futbol yazısında -kuşkusuz fanatik bir Beşiktaşlı olduğumu belirtip takımımın konumunu biraz abartarak, ama belli bir nesnelliği de elden bırakmayarak- üç büyük kulübümüz için şöyle tanımlamalara gitmiştim:

"Beşiktaş''la başlayalım. Karakartal''ın karakteristik bir Alman takımı niteliği iyice su yüzüne çıktı. Onca çalkantı arasında on yıldan fazladır ''istikrar'' kavramına hakkını veren tek takım oldu Beşiktaş. Takımın çizgisi Alman ekonomisini izliyor neredeyse. ''The Economist''in son sayısında Almanya''yla ilgili bir haberin alt başlığı şöyleydi: ''Bir diğer sıkıcı Alman mucizesi!'' Haber iki Almanya''nın birleşmesinden sonra sarsılan ekonominin ''beklendiği gibi'' ve ''usanç verecek şekilde'' istikrara kavuşmakta olduğunu belirtiyor. Neredeyse Beşiktaş''ın öyküsü! Nice yıkıma ve tüketilen umuda rağmen başkaldırmakta kararsız, uysal, sabırlı bir topluluk. Sonrasında usanç verici başarılar. Yine de temkinliliği elden bırakmıyor Karakartal. Ama bu durağan tablo sizi aldatmasın. Yöneticisinden futbolcusuna, masöründen taraftarına herkes birer ''gizli romantik''tir Beşiktaş''ta. Diyeceğim, her Beşiktaşlı''da bir Arjantinli ruhu gizlidir. 1986 Dünya Kupası''nda Maradona''nın topu orta sahadan alıp [sanki Belçika maçındaki Oktay: yeni ve zenginleştirici not!] İngiliz kalesine çaktığı golde, daha işin başından havaya fırlayanlar Beşiktaşlı''dır.

Galatasaray''a gelince. Cim Bom Alman ekolünü izlerken [artık milli ekole döndü: yeni ve olumlayıcı not!] Fransız ruhunu terketmeyi başaramayan tek takım. Tipik bir Fransız takımıdır Galatasaray, hep doruklardan ve başarılardan söz edilir, çoğu kez yakalanır da bunlar. Söylemi süslü, stili zariftir, kendine hep ''aristokratik'' bir konum biçer. Tam da bu nedenle, hep ''istikrar''ın tek ve gerçek sahibi olduğuna inanır. Oysa, tıpkı Fransız kültürü gibi, biçimsellik tuzağına düşmeye pek yatkındır. Gelen ilk büyük kasırgayla sendeler. Artık başka varlıklarla aynı düzlemde yer aldığına kendini inandırmak zorunda kalır. Bu yüzden inişli çıkışlıdır. Dışarıyla kurduğu ilişki, tıpkı Fransa''nın dış politikası gibi: Göksel bir uyumla herkesin birbirini suçlamaya başladığı kargaşa arasındaki sınır pek belirsizdir Galatasaray''da. Ama Hıncal Uluç gibi delişmen eleştirmenleri olduktan sonra, aynı özgüvenli sesleniş biçimini yakalaması pek zor olmayacaktır.

Ve Fenerbahçe. Yani Türkiye. Fenerbahçe Tarihi ile Türkiye Demokrasi Tarihi yan yana okunsa yeridir. Kısıntılar, coşkular, sıkıntılar, kesintiler, kuşkular, kasıntılar. Bir galibiyetle herşeyi unutup kendinden geçen, bir yenilgiyle yine herşeyi unutup bunalıma düşen bir takım az bulunur. Tam bir Türkiyeli''dir Sarı Kanarya. Tıpkı Türkiye gibi, kolayca içe kapanır, kolayca dışa açılır."

Bir de şimdiye bakalım: UEFA Kupası''na varan süreçte Cim Bom kimi zaaflarından kurtulamadı, ama özellikle Fatih Terim''le birlikte çok daha "kuşatıcı ve milli" bir renge büründü -tam da bu sayededir ki şimdi bir "Dünya Kulübü" olmanın hesaplarını yapmakta! Süleyman Seba''yla birlikte bir gömlek yukarı çıkan Beşiktaş, şimdi Serdar Bilgili''nin ve ekibinin hırs ve hedefleri doğrultusunda kabuk değiştirmeyi, bir gömlek daha atlamayı tasarlıyor: Scala''yla ilk kez "gerçek" bir İtalyan ekolü temsilcisi Türkiye''ye adım atıyor ve -transferi ister olsun ister olmasın- ortada Roberto Baggio adı dolaşıyor. Fenerbahçe, camiadaki pekçok çatlak sese ve olumsuz bakışa karşın, Mustafa Denizli''yle anlaştı: Fenerbahçe''nin bu kez gereken sabrı göstereceğine, uzun vadeli hedeflerde ısrar edeceğine ve bunun sonucunda istikrarı yakalayacağına inanıyorum. Türkiye 1998 Eylülü''nden bu yana nasıl yeni bir eşikten geçiyorsa, Türk Futbolu da UEFA Kupası''yla birlikte kendini yepyeni bir eşikte buluyor: Üstelik o eşikten "doğru adımı" atacak güç ve zihniyette artık!

Zaten ben de 1998 yılında, Dünya Kupası''ndan kısa bir süre sonra yine fırsatını bulup futbola değindiğim bir yazımı şöyle bitirmiştim: "Ben her zaman Türkiye''nin iç ve dış siyaset performansıyla milli takım ve kulüplerimizin performansı arasında doğrudan bir ilişki olduğuna inananlar arasındayım. Siz de inanın; onlar kazanırsa Türkiye de bir şeyler kazanacak." Bunu artık tanıtlanmış bir sav sayıyorum.

24 yıl önce
Futbolun değişme süreci
Bütün eksik ve gediklerine rağmen, öncü ve ilgiye değer bir çıkış: "Ülkücüler"
Evet sokağa çıkamayacak hale geleceksiniz!
Batı’da İsrail spiritüel bir tutkuya dönüştürüldü...
Din savaşı
13 şehit