Şalvarlı, yaşmaklı, fadimana çekili analar, bacılar bir kenarda sızlıyor…
Patika yolda yeşil tabutların ardından çamurlu ayakkabılarıyla yorgun insanlar yürüyor…
Aladağ'da bir öğrenci yurdunda
yüzünden hayatını kaybeden
ahirete yolculanıyor.
Her faciadan sonra kurulan klişe cümleler yine kuruluyor:
“Hesap sorulacak. İhmali olanlar en ağır cezaya çarptırılacak!”
İyi de bu cümleler hangi ananın, babanın gönlüne su serpecek, hangi canı geri getirecek?
Buna mukabil, her suçu iktidara yıkmak ve oradan siyasi rant devşirmek niyetinde olanlar “fırsatçılık”larını konuşturuyor!
“Dini istismar mı” dediniz… Evet bir de o var.
Ahmak, vurdum duymaz ve ihmalkarlar üzerinden “dine sövmek”se cabası…
Siyaseten lakırdılara kulak verecek mecalimizse kalmadı…
Kim nerede duruyorsa oranın savunucusu: karşının amansız yıpratıcısı olmuş
kimin umurunda?
Ölümü kanıksamak ne kadar mümkün? Acıyı düştüğü yerdeki kadar tatmak ne mümkün?
Hele modern insan için…
Ne mümkün, dünyalık için koşuşturup, duygularını örseleyen için… Ne mümkün “bencilleşmiş” ruhlar için?
Ne mümkün?
İsmet Özel “Tahrik”te ne diyordu, “Şaşılacak bir dünyada yaşıyoruz” ve
Çünkü biz, “ahmaklıkları, vurdum duymazlıkları ve ihmalkarlıkları” bile kanıksayanlar olduk.
Külçeleri yüklerken sırtımıza, insanlığımızı, vicdanımızı bir kapının eşiğinde çoktan bırakmıştık.
“Şaşılacak bir dünyada yaşamaktı; öğrendik
şimdi külçeler yüklüyüz şaşılacak bir biçimde
külçeler yüklüyüz ve çıkmak istiyoruz yokuşu
Sokaklar gittikçe katı bizim adımlarımıza
peşimizde bütün bahçeleri boşaltan ter kokusu
(…)
kovulduk ölümün geniş resimlerinden.
Efsanelerden kovulduk
kan ve demir kelimeleri söyleyince
elbiseler içindeyiz, şehrin içinde
önümüz iliklenmiş, ayakkaplarımız bağlı
kimsenin uykusunun fesleğen koktuğu yok
altı kırk beşte vapur ve sancı geç saatlerde
eski savaşçılar vesair geçmiyor bulutlardan
(…)
(Tahrik/İsmet Özel)
Yaşı ne olursa olsun bir evden çıkan cenaze o eve düşen ateştir.
Her ne sebepten olursa olsun her ölüm acı, her ölüm ıstıraptır…
Aladağ'ın köylerindeki gariban
, “hiç olmazsa bir diploması olsun” diye ilçeye gönderdiği
deyip sukut edenler de,
diyenler de
diye sessizce ağlayanlar da
korkusu yaşayanlar da onlar…
Yeşil tabutlar bir biri peşi sıra dizildiğinde omuzlarda patika yola…
Yunus'un şu dizeleri geldi aklıma:
Geldi geçti ömrüm benim şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle geldi şol göz yumup açmış gibi
İşbu söze Hak tanıktır bu can gövdeye konuktur
Bir gün ola çıka gide kafesten kuş uçmuş gibi
Miskin âdem oğlanını benzetmişler ekinciye
Kimi biter kimi yiter yere tohum saçmış gibi
Bu dünyada bir nesneye yanar içim göynür özüm