|
Asker evlâtlarım!

Diller her zaman yabancı kelimeler, hatta kimi zaman gramer unsurları alırlar. Bu bir bakıma o dilin geliştirdiği kültürel ilişkilerin sonucudur. Lâkin çoğu zaman alınan kelimeler hemen kuşatılır ve ana dilin kurallarına uydurulur. Yeni yapıların içine girer, yeni anlamlar kazanır, neredeyse ilk haline benzemez olur; artık alındığı dildeki anlamı, etimolojisi, uymak zorunda olduğu kurallar umursanmaz. Bu bir yerlileştirme işlemidir ve her dil bunu böyle yapar. Rivayete göre, Fransızca''nın kiosk kelimesi aslında bizim Türkçedeki köşk kelimesidir; tanıyabiliyorsanız eğer. Söyleyiş farklı, anlam farklı... Biz de mesela Arapçadan aldığınız tâli'' kelimesini talih''e çevirmiş, mektep kelimesine Arapçadakinden farklı bir anlam vermişizdir... Arapçanın "akıllılar" anlamındaki ukala''sı ile bizim ukala''mız aynı anlamda mı?

Doğal dil böyledir ama, işin içine aydınlar karışınca dilin doğallığı bozulur. Aydınlar, kelime alınan dili öğreniyorlarsa okullarda/kurslarda, kendilerini o dilin kurallarına uymak zorunda hissederler: "Aman mîirim, olur mu?! Ona Arapçada şöyle, Farsça da böyle derler." "Aman monşer, hiç öyle denir mi?! Fransızcada şöyledir, Grekçede böyledir."

Oysa ana dilin mantığı bu itirazları siler süpürür, dümdüz eder. Bir aydının en büyük hatası herhalde ana dilin bu eritici gücüne direnmesi, karşı koymaya çalışmasıdır. Bakın eskilerin "galatat deflerine", yani dil yanlışlarını gösterdikleri eserlerine; onların yanlış dediklerinin çoğu bu gün doğru şekiller olmuştur.

Bütün bunları şunun için söyledim: 12 Ekim''deki yazımda sayın Yavuz Bülent Bakiler Bey''in "Sözün Doğrusu" programını söz konusu ederek, burada ifade ettikleri "Arapça çoğul yapıdaki kelimelerin Türkçenin -lar/-ler ekiyle bir daha çoğul yapılmasının yanlış olduğu" görüşünün Türkçe açısından doğru olmadığını, bizim dilimizde pekâla evlatlar, evraklar, teşkilatlar denilebileceğini yazmıştım. Sayın Bakiler, sonraki bir programında bizim yazdıklarımızı ele alarak –mealen– görüşlerimize katılmadığını, böyle konularda gaflet gösterilmemesi gerektiğini, eğer bir yanlış kullanıma izin verirsek bunun önünü alamayacağımızı, dilimizin bozulacağını ifade etmiş. Mealen diyorum, zira ben bu programı seyredemedim. Tabiî, sayın Bakiler bir dilci değil. Şair hassasiyeti ile ana dilimizi korumaya çalışıyor. Ama kimsenin endişelenmesine gerek yok; Türkçe kendi kurallarını alıntı kelimelere uyguladığında herhangi bir yeri bozulmaz. Ben dilci olarak bunun garantisini veriyorum sayın Bakiler''e. Burada evlad kelimesinin evladlar şeklinde de kullanılabileceğine (hatta doğrusunun bu olduduğuna) dair iki metin örneği sunacağım. Birincisi Tevfik Fikret''in "Balıkçılar" şiirinden:

"Bugün açız yine evlâdlarım, diyordu peder,

Bugün açız yine; lâkin yarın, ümîd ederim,

Sular biraz daha sâkinleşir.. ne çare, kader!"

Diğer şiir ise Yahya Kemal''in "Tahmis-i Gazel-i Hümâyûn" adlı şiirinden. Bu şiirde Yahya Kemal, Sultan Reşad''ın Çanakkale zaferine dair yazdığı gazeli tahmis etmiştir. Alacağım iki beyit Sultan Reşad''ın gazeline ait:

"Asker evlâdlarımın pîşgeh-i azminde

Aczini eyledi idrâk nihâyet düşmen

Kapanıp secde-i şükrâna Reşâd eyle duâ

Mülk-i İslâmı Hudâ eyleye dâim me''men"

Gazeteleri okurken

Basınımızda, kimilerinin Osmanlıca dedikleri eski üslûba özenerek yazı yazan kalemler var. Bunlardan, Zaman''daki R. Güllapdan ve İ. Külyutmaz örneklerinde olduğu gibi, bu üslûba ironi çeşnisi elde etmek için başvuranlar olduğu gibi, ciddi ciddi Osmanlıca özentisi ibareler yazanlar da görülüyor.

Akit''te Mehmet Hasırcı Bey de zaman zaman bu üslûbu kullanıyor, böyle yazmaktan hoşlanıyor. Lâkin bizce iyi yapmıyor, çünkü bu üslûba hakkıyla hâkim değil. 21 Ekim tarihli yazısının başlığı "Mâzi-i bir lahza-i tahattur" Sayın Hasırcı, okuyucusuna soruyor: "Amma da fiyakalı bir başlık oldu, değil mi?" Fiyakalı gibi görünüyor, ama boş bir laf. Anlamlı olması için şöyle denmesi gerekirdi: "Maziyi bir lahza tahattur". Aynı yazısının bir yerinde "Selâtin-i padişah türbeleri" diyor. Herhalde kısaca "padişah türbeleri" demek istiyor. 7 Kasım tarihli yazısında da şöyle ibareler geçiyor: "meslek-i celile, kıyafet-i fevkalâde, kıyafet-i vârise, darbe-i hükümet, kısm-ı a''zamımız... kıyâfet-i vârise de ne ola? Darbe-i hükümet nasıl bir izafet?" Eslâf, bu yazdıklarını görselerdi sayın Hasırcı''ya değil köşe yazısı yazdırmak, Türkçe bilmediğine hükmedip gazeteye bile yaklaştırmazlardı. Fiyakalı laf etmek bir tercih meselesidir; eski üslupta, tumturaklı sözler söyleme de öyle! Ancak buna soyunanların önce iyi bir Osmanlı Türkçesi eğitimi almaları gerekir. Yoksa böyle başını gözünü yara yara eski üslûbun taklidi insanı gülümsetiyor yalnızca. Sözün tumturaklısındansa anlamca oturaklısı yeğdir, daha bir yakışık alır.


24 yıl önce
Asker evlâtlarım!
Neden Şimdi?
Tevhid risalesi yazan Milli Eğitim Bakanı
Bir Başka Mesele: Kadın ve erkeğin ince ayarları bozuldu
Omelas’ı bırakıp gitmeyenler..
Tek bir zamana/ tarihsizliğe hapsedilmeye başkaldıran adam: Kadir Mısıroğlu