|
Diyanet Şûrâsı

Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) oldukça lüks ve masraflı bir şûrâ düzenleyerek AB''ye giriş sürecinde Türkiye''de dinî hayatı gûyâ masaya yatırıyor, dinin nasıl anlaşılacağını, öğretim ve eğitiminin nasıl yapılacağını, DİB''nin statüsünü, diğer dinlerle diyalog meselesini tartışıyor. Cümleye bir "gûyâ" yerleştirmemizin sebebi, aşağıda biraz irdeleyeceğimiz "Diyanet''in statüsü"dür.

Geçtiğimiz hafta sonunda Ankara''da idim. Türkiye Diyanet Vakfı (TDV) da, Kutlu Doğum münasebetiyle daha mütevâzı ve ucuz şartlarda, aşağı yukarı aynı konuları içeren bir sempozyum düzenlemişti. Her biri sahasında uzman ve tanınmış birçok ilim adamı tebliğler sundular, aynı nitelikte başkaları da müzakereler yaptılar, çok önemli sözler söylendi, teşhisler yapıldı, çözümler teklif edildi. Program aylar öncesinden belli olduğu ve kendisi de vakfın başkanı bulunduğu halde Başkan toplantıya katılmadı, Daireden de hiçbir üst düzey yöneticiyi aramızda göremedik. Laf olsun diye soruyorum: "Müzakereler ve yemek vakıf binasında değil de lüks bir otelde olsaydı katılırlar mıydı?" Şimdi laf olsun diye değil ciddi olarak ifade ediyorum: Eğer bu toplantıya katılmayanlar İstanbul''da yapılan toplantıya kadro halinde geliyorlarsa ortada samimî ve hizmete yönelik bir faaliyet değil, çok yönlü bir politika var demektir. Daha TDV ile DİB bile aralarında diyalog kuramamışlarsa lütfen dinler arasında diyalogdan filan söz ederek -en azından beni- güldürmesinler.

Benim katıldığım birçok ilmî ve istişarî toplantıda, Sayın Başkan da dahil bütün ilim adamları ve Diyanet yöneticileri, Başkanlığın mevcut statüsünü eleştirdiler, böyle devam etmesinin asla uygun ve doğru olmadığını ifade ettiler ve Başkanlığın, siyasetin etkisinden uzak bir statüye kavuşturulmasının şart olduğunda birleştiler. Diğer detaylar bir yana "Başkanın seçimle göreve getirilmesi" konusunda da görüş birliği oluştu. Yıllardan beri bu karar savsaklandı, mevzuata yansımadı ve uygulanmadı, aynı şekilde Başkanlık''la ilgili kanunun iptal edilen maddelerinin yerine yenileri de (yani kurumun kamil bir kanunu da) çıkarılmadı. Şu anda kurum, bir Bakan aracılığı ile siyasetin pençesindedir; başkan nefeslerini bile Bakan''ın iradesince alıp vermek durumundadır. Böyle bir daire din, diyanet, eğitim, öğretim konularında tarafsız ve bağımsız karar alamaz, kazara alırsa uygulayamaz. Şu halde ilk iş kurumun kanununu çıkarmak ve onu vesayetten kurtarmaktır.

Türkiye, Avrupa Birliği''ne dahil ülkelerde çalışan ve yaşayan milyonlarca Müslüman vatandaş sayesinde çoktan beri bu birliğin içinde yaşama tecrübesi geçirmektedir. Bu tecrübe bize kimin nasıl etkilendiğini ve ne yapmak gerektiğini ana hatlarıyla öğretmiştir. Ancak yapılması gerekeni yapabilmek için bizim yöneticilerimizin eski kafalarını değiştirmeleri gerekmektedir. Yıllardan beri yazılıp söylendiği halde devlet dine ve ilme müdahaleden ve Başkanlığı yönetmekten vazgeçmediği için Almanya''da, Diyanet''e bağlı kuruluşun (birliğin) İslam din derslerini yönetme hakkı kaybedilmiştir. Aynı müdahale, güdüm ve sınırlamalar ülke içindeki din eğitimi ve öğretimi alanında da devam etmektedir. Bir ülke düşünün ki, buranın halkı, daha fazla din ve düşünce özgürlüğüne kavuşabilmek için yabancılardan (eskiler olsa gavurdan derlerdi) medet umsunlar; işte bu ülke Türkiye''dir. Dilerim şûrâda bu meselelere neşter vurulur! "Dilerim" dediğime bakmayın, değil neşter vurmak, yanından geçilse razıyım.

24 yıl önce
Diyanet Şûrâsı
Vergi sisteminde dijital dönüşüm
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü