|
Laik orduya mücahid olmak

Bedelli askerlik hakkı tanındığından beri okur kitlesinin çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu gazetelerde çok ilginç yazılarla karşılaşıyorum. Bazı köşe yazarları, herhangi bir şerh bile düşmeye gerek görmeden, Türk Silahlı Kuvvetleri''ne âdeta bir İslâm ordusu gibi yaklaşıp, askere gitmenin dinî bir vazife olduğunu anlatmaya çalışıyorlar. Fıkhın alanına giren meselelerde temkinli davranmaya, haddimi bilmeye çalışsam da naçizane kendi görüşümü ifade etme ihtiyacı duydum. Mevzubahis argümana önce dini sonra da dünyevi boyutu bağlamında bakalım.

Öncelikle askere gitmek zorunda kalan Müslüman erkeklerin yaşadığı sıkıntılardan bazılarını sıralayalım:

Sakalını kesmek zorunda kalmak,

Namazını komutana ''çaktırmadan'' edâ etmeye çalışmak ya da edememek,

''Vatanî görevi'' Ramazan''a denk geliyorsa oruç vazifesini yerine getirememek,

Başörtülü eşi ve ailesinin yemin törenine katılamaması,

Yemeklerin öncesinde “Tanrı''ya hamdolsun” demeyi kanıksamak zorunda kalmak,

Edirne-Keşan''daki 4''üncü Mekanize Piyade Tugayı''nda olduğu gibi ordu mensupları bilerek domuz eti servis ediyorsa ses çıkarmamak (Zaman, “Mehmetçike domuz ve at eti”, 9.12.2011),

İzzeti nefsini yerle bir etse de komutanının tüm hakaretlerini hatta bazen dayağını başı önünde karşılamak... Alın size İslâm ordusu, değil mi?

Gelelim işin dünyevi boyutuna ki dünya işlerine dair dinin içinden hüküm vermeden, mevzubahis dünyevî meselenin tüm boyutlarının ele alınması gerektiği için “dini-dünyevi” ayrımına gittiğimi belirtmem gerek.

TSK, tüm yanlış uygulamalarına rağmen, Müslüman çoğunluklu bir toplumu düşmanlara karşı korumakla mükellef bir ordudur. İslâm, her ne kadar barışın tesisini öncelese de bunun mümkün olmadığı zorlayıcı koşullarda savaşı meşru kılan bir dindir. Bu minvalde, Müslümanın “pasifist” olması düşünülemez.

Ancak Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanındaki ordu anlayışı ve savaş tekniklerini günümüzle kıyasladığımızda, bir orduya düşmana karşı caydırıcı güç sağlayan şartların oldukça değiştiğini görebiliriz. Eskiden “binicilik, atıcılık ve yüzme” bilen Müslümanlardan müteşekkil bir ordu ehven iken, bugün savaş teknolojisi bağlamında gelişmiş, nüfusu şimdikine nispetle sayıca az ama nitelikçe yüksek ve daha disiplinli bir ordu düzeni yeğdir. Bunu tesis etmenin yoluysa erkekleri işinden gücünden alıkoyup, üç karavana silah sıktırıp bunun adına da “eğitim” deyip, geri kalan zamanını “ayak işleri” gördürerek geçirtmek değildir. Kara Kuvvetleri''nden emekli ve şu anda Taraf''ta yazan Namık Çınar''ın meseleyle alakalı önemli yazılarından sadece bir bölüm bile bunu görmek için yeterlidir:

“Türkiye''nin Silahlı Kuvvetleri''nin, bu hantallığı ve geride kalmışlığı yüzünden, yarın bir savaş çıkarsa belki de yenilecek dahi olduğu, sistemik bir sorunu vardır. Çoğu kimsenin görmediği, o nedenle de hiç sözünün edilmeyip gözden kaçırıldığı bu sorunun kaynağı ise, zorunlu askerlik sistemidir (...)

Saldırıya uğrayan ülkelerin en çok birkaç günlük yıkımlarla işinin bitirildiği bu teknolojik savaşlar karşısında, ancak postallarını bağlıyor olabilecek hımbıllıklardaki TSK''nın da, eğer önlem alınmaz ve lüzumlu reformlar gerçekleştirilmezse, yapabileceği pek bir şey olmadığının bilinmesini isterim.

“Sağa dön, sola dön” matraklıklarıyla ve “bizim başçavuş bir gün demişti ki”yle süren, bitmez tükenmez yalan yanlış anıların taşlı tarlasında eşinerek, yurt savunması ekilip biçilebilir mi hiç yahu? Bir mesleğin erbabı olunmadan, gaza gelip meselâ nasıl doktorluk yapılamıyorsa, artık askerlik de yapılamaz, değil midir? Eskiden köy köy dolaşıp, sanki hekimmiş gibi sağlık hizmeti veren iğneciler vardı. Şimdi hâlâ var mı? Eğer o iğnecilerden artık kalmadıysa, yirmi yaşına gelince, zart-zurt tezgâhlarından geçirilerek icra edilen yarım yamalak askerliklerin de kalmaması gerekmez mi, o vakit? (...)

Sözün özü, Silahlı Kuvvetler bir saniyesini dahi yitirmeden profesyonel bir yapıya geçmeli; tüm kadroları bütünlenmiş, işi sadece askerlik olan, zımba gibi birlikler ihdas etmelidir.

Yanlış bir “askere alma sistemi”nin yan ürünleri olan bedelli askerlik ve vicdani ret gibi sonuçlarla uğraşacak yerde, zorunlu askerliğin tümüyle kaldırılacağı bir modele odaklanılmalıdır.” (Taraf, 18 ve 21 Kasım 2011)

Anlayacağınız, bendeniz gibi bedelli askerliği veya vicdani ret hakkını savunanların çoğu ordunun lağvedilmesinden değil; bilakis daha da güçlendirilmesinden, mevcut teşkilat yapılanmasının profesyonelleştirilmesinden bahsediyor. O yüzden meseleyi “ordunun sona ermesi” gibi dramatik bir noktaya çekmeden, soğukkanlılıkla, günün ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak ele almakta fayda var.

Profesyonel orduya geçiş, gerektiğinde Müslümanın meşru savaşa katkıda bulunmasına da engel teşkil etmez. Ancak mesleği askerlik olmayanın sunabileceği katkı, çoğu gencin mesleği itibariyle askerdeyken yazıcılıktan çaycılığa kadar yaptığı işlerle sınırlıdır. “Vatan-Millet-Sakarya” edebiyatıyla yetiştirilmiş nesiller için bunu kabul etmek zor olabilir ama vatanın, milletin ve Sakarya''nın korunmasındaki en etkili yöntem günümüzde zorunlu askerlik değildir.

Not: Bu yazıyı kaleme alırken, uzun ve çileli günlerin ardından vicdanî retçi İnan Süver''in tahliye edildiğini öğrendim. Umarım İnan çoktandır hak ettiği özgürlüğüne artık temelli kavuşmuştur. Bu vesileyle, kendisine aramıza hoş geldin demek isterim. İnan, yıkılma sakın!

12 yıl önce
Laik orduya mücahid olmak
Hazırlıklı olsunlar
“Kalbim avucumun içinde konuşurum”
Hırs ve akıllı futbol
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!