|
Savaştan korkmam, "barış antlaşması"ndan korktuğum kadar

Bir kelimenin anlamı, kendinden çok zıttının içinde saklıdır. Bir kelimenin anlamını öğrenmek, onun zıt anlamlısını bilmekle mümkün olur. Barışın anlamını en iyi savaşın mağdurları bilir. Özgürlüğün anlamını en iyi özgür olmayanların bilmesi gibi. Bilginin kıymetiniyse, cehaletini bilen bilir. Çok okuyanlar değil.

Savaş ve barış hakkında konuşurken, savaşın ve barışın anlamını, yani hukukunu ziyaret etmemek olmaz. Tedavüldeki barış hukuku ve literatürü nasıl oluştu? Barış hukuku ve literatürü, barışın önündeki en büyük engel olabilir mi? Eskilerin deyişiyle söylersek: "Buna kim alem-i imkan derler, olmaz olmaz deme, olmaz olmaz." Türkçe meali: Bu alemde her şey mümkün, olmaz diye bir şey yok.

Tuhaflığın kaynağını ziyaret ederek başlayalım: Birinci Dünya Savaşı"na kadar, dünyada geçerli olan hukuk, "savaş hukuku"ydu. O tarihten sonraysa, bugünkü Birleşmiş Milletler"in atası olan Cemiyet-i Akvam"ın kurulmasıyla birlikte, paradigma değişti, "barış hukuku" edebiyatı tedavüle girmiş oldu.

Sözde paradigma değişti, ama özde pek bir şey değişmedi, şartlar iyileşmedi. "Barış hukuku", Birinci Dünya Savaşı"ndaki işgali meşrulaştırma aracıydı. Basit ateşkeslere bile "barış antlaşması" diyerek, barışı ayaklar altına aldılar, anlamsızlaştırdılar.

Askeri olarak bitiremedikleri işgalleri, barış antlaşmalarıyla bitirdiler. Onlar mevzi kazanmış oldu, biz ise mevzuumuzu kaybetmiş olduk. Barış antlaşmalarına mahkum olduk. "Barış hukuku"nun taşeronu antlaşmalarla, işgal ettikleri yerleri, kendi hesaplarına kaydettirmiş oldular. Daha önce de vurgulamıştık: Bu kadar çok "barış antlaşması" olmasına rağmen, barışın olmadığı dünyaya modern dünya diyoruz.

"Modern dünya"da adalet konusunu kendisine dert edinmiş, Harvard Üniversitesinin siyaset felsefesi profesörü Michael J. Sandel"in best-seller kitabı "Adalet"i anmazsak, haksızlık ederiz.

Sandel, "yapılması gereken doğru şey nedir" sorusunun cevabını, farklı açılardan bakmaya çalışarak, gerçek hayattan örnekler üzerinden tartışıyor. Kitabının 40. sayfasında Afganistan"dan verdiği örnek, aklımızı başımıza getirebilecek kadar kıymetli.

2005 Haziran"ında, astsubay Marcis Lutrell ve diğer üç deniz astsubayından oluşturulmuş özel bir ekip, Pakistan sınırına yakın bir yerde, Usame bin Ladin"le ilişkili olduğundan kuşkulanılan bir Taliban liderini bulmak için, keşif görevine çıkarlar. Bu keşif sırasında iki Afgan çobana rastlarlar. Çobanların yanında on dört yaşında bir çocuk da vardır. Özel ekip arasında tartışma başlar. Bu silahsız çobanları serbest bırakırlarsa, gidip Taliban"a haber verebilirler ve böylece bütün ekibin hayatı tehlikeye atılmış olabilir. O arada, dört asker, bu çobanları bağlayacak ipleri olmadığını fark eder. Bu defa, geride kalan iki seçeneği tartışmaya başlarlar: Ya bu çobanları öldürecekler, ya da serbest bırakacaklar.

"Kendi yaşamlarımızı kurtarmak için her şeyi yapma hakkına sahibiz" diyen askere, "Hıristiyan ruhu"na sahip diğeri itiraz eder. Oylama neticesinde, çobanlar serbest bırakılır. Yaklaşık iki buçuk saat sonra, Afganistan"daki dört kişilik Amerikan görev timi, Taliban saldırısına uğrar. "Hıristiyan ruhlu" asker hariç, onları kurtarmaya gelen helikopterdeki askerlerle birlikte toplam 19 Amerikan askeri öldürülür. "Hıristiyan ruhlu" asker bu saldırıda ağır yaralanır. Bedeni iyileşecektir, ama vicdanı ağır yaralanmıştır bir kere. Ölene kadar vicdan azabından kurtulamayacağını söyler. Çobanları serbest bıraktırmasını büyük aptallık olarak niteler. O 3 Afganlıyı öldürmek, 19 Amerikan askerinin hayatını kurtarabilirmiş.

"Hıristiyan ruhlu" askerimiz, Hazreti İsa"ya atfedilen "kılıçla yaşayan kılıçla ölür" sözünü bilmiyor olabilir. Kitabın yazarı Harvard profesörü Michael J. Sandel de Amerika"nın Afganistan"da işgalci olduğunu bilmiyor olabilir mi?

Sandel, güya olaya her açıdan bakmaya çalışırken, bu düşmanlığın sebeplerine —nedense— hiç değinmiyor. Bu işler, Amerikan dış politikası boyunu aşıyor olabilir. Meseleye türlü sorularla yaklaşmasına rağmen, en başta sorulması gereken temel soruları ıskalamasını nasıl izah etmeliyiz? Bu nasıl bir askeri ekip ki kimseyi esir almaya yarayacak kelepçe gibi malzemeleri yok. Teçhizatlarından anlaşılıyor ki, bu tim, sadece öldürmeye programlanmış. Oysa savaş hukukunun en önemli parçalarından biri, esirlerin hukukudur. Harvard profesörü bunu bilmiyor olabilir mi? Ya bilmiyor, ya hatırlamıyor, ya da hatırlamak istemiyor.

Barış, ne Sandel gibi uzmanların "adalet dersi"nde, ne de barış antlaşmalarının içinde... Dışarılarda bir yerlerde. Eğer içimizde de değilse.

11 yıl önce
Savaştan korkmam, "barış antlaşması"ndan korktuğum kadar
İki kitap bir yazar
Neden Şimdi?
Tevhid risalesi yazan Milli Eğitim Bakanı
Bir Başka Mesele: Kadın ve erkeğin ince ayarları bozuldu
Omelas’ı bırakıp gitmeyenler..