Para mı, insan mı diye bir soru sorsak sanırım çoğumuz ''nerden çıktı bu, tabii ki insan'' diyeceğiz. Ama gelin görün ki iş sözle bitmiyor. Sözü icraata da dökmek gerekiyor.
Sözü icraata dökmek ise en başta bizi yönetenlerin, yani Hükümetin görevidir.
Hükümet acaba Türkiye devletine ve Türk milletine nasıl bakıyor?
Açarak yeniden soralım;
Yönetim anlayışımızda insan mı önce geliyor, para mı?
Örneklerle konuya dalalım.
Devletimiz nerede ise hükümet kadar bağımsız kurullar ile de yönetiliyor. Daha iyi hizmet için bağımsız kurumlar oluşturulmuştur. Mesela 1981''de SPK (Sermaye Piyasası Kurumu) küçük yatırımcıyı korumak amacı ile kuruldu.
Oysa şimdi
SPK ısrarla ''ben küçük yatırımcı için değil, piyasayı gözetmek için çalışıyorum'' söyleminde. Bu söylem sonucunda mesela Doğan Grubu vergi cezası sürecinde piyasa çıkarı için karşılık istenmeyebiliyor. Oysa küçük yatırımcı birinci sırada olsa derhal karşılık istenebilir, belki de o dönemde Doğan''ın halktan para toplamasına izin verilmeyebilirdi.
Yıl 2001 ve bankaların 72 milyar dolarlık faturası Türk halkının sırtına bindiriliyor.
Bankaların faturasını Tür halkı ödesin
Oysa BDDK (Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu) oluşturulurken bankaların müşterileri ezmemesi için bir birim öngörülüyor. Ama BDDK, bankaların kalesi haline dönüşüp tüketici birimini pasifize ederek etkisizleştiriyor. (Yeni Şafak 25 Eylül 2010)
Bugün bankalar öyle bir noktaya geldiler ki Türk milletini çok pişman ediyorlar. En çok şikayet onlara.
Neden acaba?
Ya EPDK (Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu) ne olacak?
Otomatik fiyatlandırma denilen bir yutturmaca da sorumlu onlar. Akaryakıt fiyatları, elektrik fiyatları otomatik belirlenecekti. Elektrik dağıtım ihalelerine verilen milyarlarca dolar acaba nasıl Türk milletinin sırtından çıkartılacak?
Milyarlarca doların karşısında EPDK nasıl durabilir?
Yeni Şafak okurları ihalelerden beri bu süreci adım adım izliyor. Türk halkı değil, milyar dolar sahipleri işi götürüyor.
SPK, BDDK nasılsa EPDK farklı olabilir mi?
Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan''ın ağzından ilk kez patronların-paranın çıkarına aykırı söz duydum. Bankaları oligopollükle suçladı. Ama bakın bakalım bu tabloya karşılık bankalara rekabet veya haksız kazanç yaptırımı gelebilecek mi?
Bağımsız Merkez Bankamız ortada. Israrla ''kur'' sorunu yok diyor. Bazı işadamlarımız da bu kanaatteymiş.
Uyanalım beyler
Amerika ile Çin nerede ise bu ''kur'' yüzünden savaşacaklar. Bizimkiler hâlâ ''kur sorunu yok'' diyor. Patrona ''kur''a bakma verimli ol diyorlar, patronlarımızın ise verimlilikten anladıkları şey işçisini çıkarmak olduğunu 2009 krizinde gördük.
Ama öbür taraftan Başbakan Erdoğan "Bir işçi alın" diyor.
Tablo ortada
2008 milli geliri ile nerede ise aynı geliri 2010''da üretiyoruz.
2008''de ortalama 21,5 milyon çalışan var,
2010''da ise aynı milli geliri 22,5 milyon üretiyor.
Ekonomimiz 1 milyon atıl istihdamla çalışıyor. Bunun sonucu ücretler düşüyor, çalışan eziliyor, millet perişan oluyor.
Ekonomiye paracı bakışı artık değiştirmemiz gerekiyor. Patron-para üstünlüğünden millet üstünlüğüne geçilmez ise hükümet de bitebilir.
Bu çok net
Referandum bitti.
Millet, demokrasi istiyor
Millet, devletin yanlışlarından ölmek istemiyor
Millet, paranın altında ezilmek istemiyor
Millet, referandum ile ''güç''e baş kaldırdı
Millet, anlaşılmak istiyor
Güç devleti ve o devletin bağımsız-sorumsuz kurumlarının yıkılarak Halk devletinin ayağa kalkmasını istiyor.
Referandumu asıl hükümet bu yönüyle ele alıp, güce-paraya karşı milletin üstünlüğünü hesaba katarak yapılanmalıdır.
Referandumda gerçek mesaj hükümete verilmiştir.