|
Basın özgür olsaydı Cemal Süreya ölmezdi
Türkiye’de gazeteci denildiğinde, haberin peşinde koşanlar değil, oturduğu yerden ‘gazetecilik dersi’ verenleri hatırlıyoruz. Biz buna, kısaca, ‘iddia ediliyor gazeteciliği’ diyelim.

Bu kötü alışkanlığın bedeli ağır: Haberin peşinde koşan muhabirlerden çok, köşesinden ‘gazetecilik dersi’ verenlere gazeteci deniliyor. Ünlü “gazeteciler” (!) gerçekleri (muhabirleri) görmezlikten gelebiliyor. Türkiye’de kendisine gazeteci diyenlerin birçoğu, muhabirliği stajyerlik gibi hamallık olarak gördüğü için olsa gerek, olayın taraflarına soru sormaya ihtiyaç hissetmeden, haber yazıyor.
“İddia ediliyor” gazeteciliğinde, çoğu kez, haberde ne iddia eden ne de iddiaların muhatabının açıklaması oluyor. Doğrulanmamış, tek-yanlı haberlerle, bir şeyler “iddia ediliyor”, “tartışmalara neden oluyor”, “gündeme oturuyor”. Bir olayın bütün taraflarını ciddiye almayan ve hesaba katmayanlar, “tarafsız habercilik” derken, aslında doğru söylüyorlar.

Bu girizgâh çok önyargılı görünüyorsa, elbette iyi niyetin oranını arttırabiliriz: Türkiye’de gündem çok yoğun, gazeteciler çok meşgul; ‘gazetecilik dersi’ vermekten haber yapmaya fırsat bulamıyorlar!
Haklarını teslim edelim, ironileri bizde kalmasın. Türk gazetecisi en asil ironilerin insanıdır, hatta vatanıdır: (Doğrulatarak) ‘Haber veremeyen medya kuruluşları’, ‘adalet dağıtmayan mahkemeler’i eleştirebiliyorlar! İşini yapmayan işini yapmayanı eleştiriyor. Biz de gazetecileri iyi niyetli olmaya çağırabiliriz. Hukukta iyi niyetin tarifi, “gereken özeni göstermek”tir. Bir habere “gereken özeni göster”meyenler, iyi niyetli olduklarını söyleyemezler.

Sözün geldiği bu noktada, gazeteciler ile dindarlarda aynı bakış açısının yaygın olduğu söylenebilir. Çoğu dindar meseleyi değil kişileri merkeze alır, ahlaksızları eleştirmeye kendini kaptırır. Dalgaya kapılır gibi. Ahlak dersi vererek güzel ahlak sahibi olunabilseydi, gazetecilik dersi vererek de gazeteci olunabilirdi. Ahlaksızları ‘eleştirme şehveti’ de şehvetin bir türüdür; insanın dengesini bozar, aklını başından alır. Ahlaksızları eleştirmeyi otoban (sıratı müstakim) yapanlar, bu yolla ahlaka ulaşabilseydiler, her metre kareye bir evliya ve/ya iyi gazeteci düşmesi gerekirdi. Oysa acı gerçeği hepimiz biliyoruz. Metre kareye düşen şahsiyetsiz oranı, azalması gerekirken azalmıyor, belki de artmaya devam ediyor.

Birilerine şirin görünmenin değil, imanın alameti olarak, en azından, laik komşularına itimat telkin etmesi gereken dindarlar, birbirlerinden bile “emin” olamıyorlar. Gazeteciler birbirlerine güvenebiliyorlar mı?

Türkiye’nin en tavizsiz cemaatinde, efendi hazretleri, bir zamanlar cemaatin birbirinden borç alıp vermesini yasaklamak zorunda kalmamış mıydı? Birbirlerine borçlarını ödemeyenler, karşılaşmamak için, camiye gelmedikleri için.

Camide buluşamıyorsak, başlıkta buluşalım. Yazının başlığına gelelim. İtiraz eden olmaz sanırım: Gazetecilere en çok sevdikleri şairin kim olduğu sorulsa, Cemal Süreya, ilk sıralarda yer bulur, ayrı dünyaların ortak noktası olur. Bu yazıdaki iddiaların önyargı değil gerçek olduğunu doğrulayan en iyi örneklerden biri, Cemal Süreya’nın ölümünün hala aydınlatılamamış olmasıdır. Çok sevdiği şairin ölümündeki şaibeleri bile 25 yıldır aydınlatamayan gazeteciler, neyi aydınlatabilirler?

Çok sevdikleri şaire bile “gereken özeni göster”meyen ve 25 yıldır meydanı Süreya’nın ölümüyle ilgili asılsız spekülasyonlara bırakan gazeteciler, sevmediklerine “gereken özeni göster”ebilirler mi?

Cemal Süreya’yı çok seven gazeteciler, 25 yıldır şairin ölümünü aydınlat(a)madıkları için, şairin okuyucuları hurafelere inanmak zorunda kaldı. ‘Ülkücü-İslamcı oğlu Memo babasını dövmüş, Cemal Süreya beyin kanamasından ölmüş’müş gibi dedikodular. 25 yılda Cemal Süreya’nın ölümünü aydınlatamadıkları gibi, oğlu Memo’nun “ülkücü” mü yoksa “İslamcı” mı olduğunu da tespit edemeyen usta gazetecilerle kuşatılmış durumdayız. Bu durum, Türk basınının özeti olmaya aday.

Gazeteci Hazal Özvarış’ın Cemal Süreya’nın karısı Zühal Tekkanat ile yaptığı söyleşi (http://bit.ly/1zZQJa9), Türkiye’de karanlıkları “aydın”latmayı misyon edinmiş gazetecilerin hali pür melalini de gösteren iyi bir örnek. Sözü Cemal Süreya’nın karısı Zühal Tekkanat’a bırakarak bitirelim:

“Şimdi ben size kısa bir örnek vereceğim; Cemal Süreya Kültür Sanat Derneği’nde kuruluşundan bu yana görev aldım. Bu 5 yıl içinde öncülük ettim ve hukuki sorumluluğu da üstüme alarak dernek adına iki kitap çıkardım; biri “Cemal Süreya ve Sonrası”, diğeri “Cemal Süreya 20 yaşında.” O dönemin başkanı Dr. Itır Yeğenağ’ın kitapta bir yazısı çıktı ve şu dendi: “Cemal Süreya beyin kanamasından gitti. Ben dernekteyim, bana sorsana bir kere! Bu yüzden aramız açıldı. Cemal Süreya şeker koması, akciğer ödemi ve kalp yetmezliğinden gitti. Hastanenin raporu var. “Ben ne bileyim, öyle biliyordum” dedi, olur mu hiç!”

Gerçekleri öğrenmek için, yanında oturana, şairin karısına, birinci kaynağa bile soru sorma ihtiyacı hissetmeyenler, her gün bizi soru sormaya, sorgulamaya davet ediyorlar. Biz ise onlara Cemal Süreya ile cevap verelim:

“Dünya müzesinin en renkli portreleridirler

Tarihin sabıka kaydında fotoğrafları

Önden güleç ve edilgin yandan keskin ve firavun;

Dilenciler ve genelev kadınları üstüne sayısız özdeyiş yatar

kursaklarında,

İçlerindeki sevgi insanları atlayarak hayvanlara yönelmiştir

Özellikle kedilere ve köpeklere karşı iyice duygusaldırlar

iki gözleri iki çeşme,

Öldürmemektir felsefeleri bir karıncayı bile, ama yaşatmayı bilmezler”
#gazeteci
#haber
#medya
9 yıl önce
Basın özgür olsaydı Cemal Süreya ölmezdi
Evet sokağa çıkamayacak hale geleceksiniz!
Batı’da İsrail spiritüel bir tutkuya dönüştürüldü...
Din savaşı
13 şehit
İstanbul’da bir Yemenli âlim: Abdülmecid el-Zindanî