|
Gelene wonderful, gidene beautiful

Sadece vergilerimiz değil, neredeyse her şeyimiz "dolaylı" değil mi?

Kim bilir, belki de dilekçe yazamayışımız da bunun sonucu; çünkü dilekçede açık açık talepte bulunulur, her şey "direkt" söylenir.

Hoşumuza gitse de gitmese de, böyle: Konuşmaların bile dolaylı olduğu toplumlarda, devlet ancak dolaylı vergi toplayabilir.

Doğru"dan seslendirilen, doğruluğun eseri olan ne kaldı hayatımızda? Bir eserin doğru"dan neşet edip etmediği sorusu ıskalanırsa, kaynaklar çekilir hayatımızdan. Mesela Sezai Karakoç da Nuri Pakdil de ıskalanır.

Iskalamanın bedelini tek cümleyle özetlemeye çalışacak olursak: Zamanımızın dindarlık algısı, günahların cami avlusuna terk edilmesi üstüne kuruludur. Dindarlığın tezahürleri arttıkça, ahlakın tezahürlerinin artmaması başka neyle izah edilebilir?

Madalyonun öbür tarafını da göstermeyi unutmayalım: Hümanizm söylemlerinin artışıyla ters orantılı olarak medeni/kibar davranışların azalması, zarafetin yerini estetize edilmiş faşizmlere bırakması da aynı dert.

Politikacıların hırsını eleştirerek pozlar veren şair, bu yazının misafir oyuncusu olsun. Edebiyat savaşının gazileri çok iyi bilir ki, bir edebiyat dergisinin her sayısında düşmanlığın münbit tohumları saklıdır. Şairin dünyasında önemini hiç yitirmeyen konulardan biri, adının kapaktaki yeri ise, diğeri şiirinin dergideki sayfa numarasıdır. Söz gelimi, şair, hiyerarşiye inanmadığı için memurluğu reddetmiştir, ama dergide adının ve şiirinin kimden önce, kimden sonra geldiği, değişmeyen gündem maddesidir. Özgürlük şiirleri yazan şair, adının ve şiirinin esiridir.

Çoğunluğun Türkçe meali: Meramını doğru dürüst anlatamayan, meselenin çevresinde dolanıp duran ama bir türlü sadede gelemeyen, her tarafa çekilebilecek dolaylı cümleler kurarak hem kendisini hem muhatabını yoran insanlardan oluşmasıdır.

Filmlerin olmazsa olmaz sahnesine klişe demek haksızlık olur, o güzel bir klasiktir: "Konuşmamız lazım." Her zaman ihtiyaca cevap verdiği için klasiktir. Direkt konuya girmenizi sağlar: "Bugün duyduklarım beni üzdü…"

"Kötü misal emsal olmaz" düsturunu unutursam, lütfen, hatırlatın. Sakin sakin konuşmak yerine, bağırıp çağırmak da bizim klasiklerimizdendir. "Kim çalmıyor ki!" gibi ünlemlerle, bir (taraftaki) eksiklik, genele mal ederek buharlaştırılır. Oysa mesele bu değil; bir fıkra kahramanının bizden çok iyi özetlediği haldir. Kaymağına laf edene, sütü hatırlatır: "Süt bozuk, kaymak bozuk."

Sütü köylülüğün sembolü olarak yazıda kullanırsak, meramımızı daha iyi anlatabiliriz: Türkiye"deki kaymak tabakasının çabası beyhudedir; çünkü sütü karalamaya çalışarak kendilerini aklamaya çalışıyorlar.

Popüler kültür eleştirileriyle elit bir kültür var etmek mümkün olabilseydi; bu en önce Türkiye"de olurdu. Amma velâkin popüler bir şarkıda dendiği gibi: "Olmuyor, olamıyor."

Daha iyi bir işiniz yoksa, konser videoları izleyin. İzlerken, bir Batılı popçuların sesine bakın, bir de bizim elit sanatçılarımızın seslerine. Popçu gâvur kardeşlerimiz, konserlerinde direkt "cd kalitesinde" şarkı söylerken, bu memleketin popçusu da eliti de sahnede dökülüyor. Sesleri tanınmaz hallere düşebiliyor.

"Kitap kalitesinde" konuşan ve yazanların, adına dünya dediğimiz sahnedeki "canlı performans"larına şahit olduğumuzda da, hayal kırıklığı yaşıyoruz. Gelene ağam, gidene paşam diyenleri eleştirenler, "Gelene wonderful, gidene beautiful" diyorlar.

Böyle zamanlarda, ister istemez, Enis Batur"un Paris Ecekent kitabındaki bir cümleyi hatırlamaya çalışıyorum. Fransız kültürüyle yetiştiği için, Fransızları kayırdığını söyleyenlere nasıl cevap veriyordu:

Ben insanları sevmiyorum ki Fransızları seveyim!

10 years ago
Gelene wonderful, gidene beautiful
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”
Antisemitizm, 7 Ekim ve Biden’ın Vietnam’ı
Yangından mal kaçırma: Terör örgütü ABD’den tanınma istiyor!
Unutma sakın!