|
Alın size entellektüel bir yazı

Orhan Gencebay''ı ''klasik'' haline getirip iade-i itibar törenleri düzenleyenler, bugünlerde de İbrahim Tatlıses üzerinden icra-ı sanat eyliyorlar.

İbrahim Tatlıses ekranda ağlıyor. Ekranda ağlayan İbrahim Tatlıses''ten öte bir şey aslında. Islak gözlerini eliyle kapatmaya çalışan sanatçının görüntüsü daha dikkatli okunduğunda ve zihin, şimdiye kadar kendisine yüklenen ''egemen tarifler''i bir kenara iterek hareket etmeye çalıştığında, hayatın öte tarafında tutulan ''geniş yığınlar''ın diline ve algısına ulaşıyoruz. En başta şunu söylemek lazım: İbrahim Tatlıses bir efsane. Üstelik sadece şu içine sıkıştırıldığımız coğrafyada da değil, Balkanlar''dan Kafkaslar''a, Ortadoğu''dan Asya''nın içlerine uzanan geniş bir dünyada yankılanıyor onun sesi. Tatlıses''in ses rengi ve kalitesi üzerine konuşmak elbette ki başkalarının işi; bizi ilgilendiren taraf, sanatçının üstüne bastığı topraktaki karşılığı ve etkisidir. ''Lanetli sınıf" diye özetlemeye çalıştığımız bir bakış denemesinin önemli laboratuvarlarından olan İbrahim Tatlıses, ''kara çocuklar romantizmi''nin başaktörleri arasında yer alıyor ve işaretlenen sınıfı diğerlerinden yani beyazlardan ayıran çizginin en dış kenarını oluşturuyor. Bir kere Tatlıses köşeyi dönmüş bir ''kara çocuk''. Cebindeki şişkinlik, ilk bakışta onun sınıfına ihanet ettiği izlenimi oluşturabilir. Lakin bu bakış, sınıf dışı bir bakıştır ve doğru bir yargıya tekabül etmez. İyi bir kara çocuğun gözlerinin sürekli yukarda olması gerekir. Çünkü o, doğasında barınan vahşiliğin kışkırtmasıyla merdivenleri üçer beşer çıkabilme ve önüne çıkan engelleri bir tekmede aşabilme türünden yeteneklere sahiptir ve burjuva namlı kasıntıların altını oyarak onlardan boşalan yere gerine gerine oturacaktır. Bunun adı her ne kadar ''sınıf atlama'' olsa da, klasik anlamda bir ''sınıfa ihanet'' olgusu değildir. Bu, sınıfımızın, rakip sınıflardan aldığı intikamın biçimlerinden birisidir sadece ve acaip şekilde paralanan, servet yağmurunun altına başını sokan bu ''evlatlarımız'', seçkin muhitlerden dolaşan bir pankart gibidirler. ''Sonradan görme'' diye aşağılanan aslında onlar değil, onların giyimleriyle, konuşmalarıyla, aşklarıyla, felsefeleriyle anlam kazanan işte bu sözkonusu pankarttır.

Uzun yıllar İbrahim Tatlıses''in kadın dövmesiyle, "Urfa''da Oxfort vardı da okumadık mı?" türünden laflarıyla eğlenenler, bu ''çirkin mizah'' anlayışlarının, kara çocukların şehri ve yani onların şehrini ele geçirmesini engelleyeceğini zannettiler. Fakat bu mümkün olmadı. Tatlıses ve benzerleri bir türlü karikatürize edilemedi. Onlara yakıştırılan ''maganda, zonta, zontellektüel'' gibi sıfatlar, geri dönüp bu sıfatları icat edenleri vurdu sadece. Grup Vitamin''in ''zontalar''la dalga geçmek için doldurduğu kaseti, onları şaşkınlığa uğratacak bir şekilde, yine ''zontalar'' tüketti ve sözkonusu ''çirkin mizah''ı sahiplenerek nötralize ettiler. Tarifi mümkün olmayan ve o yüzden de bizim hiçbir şekilde tarif etme teşebbüsünde bulunmadığımız ''lanetli sınıf'', yediği her darbeye kendinden bir şey bulaştırarak, tokatın sahibini a-morf (biçimsiz) hale getirdi. Anlaşıldı ki ''lanetliler''i dövmenin hiçbir esprisi yok. Çünkü onlar dayak yedikçe çoğalıyor ve güçleniyorlar. O zaman, başka bir oyun sahneye konmaya başlandı. İşte Siyaset Meydanı''nda izlediğimiz şey bu oyunun bir parçasıdır. ''Şehri lahmacun kokusuyla doldurdular'' diye kara çocukları aşağılayanlar, Mc Donald''s''lar karşısında direnen tek kalenin lahmacun fırınları olduğunu görünce, bir süredir geri çekilmişlerdi. Yenilgiyi hazmedemeyen ''beyaz kafa'' şimdi ''lanetli sınıf''la sevişmeye çalışıyor. Orhan Gencebay''ı ''klasik'' haline getirip iade-i itibar törenleri düzenleyenler, bugünlerde de İbrahim Tatlıses üzerinden icra-ı sanat eyliyorlar. Fakat canlı yayında akan gözyaşları işi bozdu. Ekran karşısında bu gözyaşlarıyla özdeşleşen yığınlar bir ritüelin ''arabesk seyri''ne kendilerini bırakırken, oyunu tezgahlayanların ise yüzü ekşidi. Çünkü ağlamak, sahici, insani, hayati, coşkusal bir tepkidir ve bir adamın ağladığını görmek, o adamın temsil ettiği herşeyin dipdiri ayakta durduğunu, ''yıkılmadığı'' görmek anlamına gelir. Evet, İbrahim Tatlıses ayaktaydı ve ''ağlıyordu''. Oyun bozuldu. Ağır entellektüel tarifler, geldi geldi ve bir adamın göz pınarlarında dağılıp gitti. İşte realite yani gerçeklik!

24 yıl önce
Alın size entellektüel bir yazı
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle