|
Büyük yolculuk: Sınır tarhanası

Kerbela'ya bir akşam üzeri girdik. Havada adını koymakta zorlanacağınız bir sıkıntı var. 'Önce yemek, ardından Hazreti Hüseyin türbesi' dediler.



Yaş 14, sene 90 ve ben hayatımın en önemli yolculuklarından birinde, belki de birincisinde Kabe'ye doğru yol alan bir otobüsün içindeyim. Henüz çöl yok. Çöl, Kerbela'dan sonra başlayacak. 'Bütün çöller Kerbela'dan sonra başlar' demeyi bilmiyorum henüz. Fakat işte tam burada, cennet gençlerinin efendisinin döne döne kılıç şakırdatıp ardından vurulup düştüğünü biliyorum. 'Kerbela' denildikte boğazıma bir şey düğümleniyor hikâyeyi ilk kez duyduğumdan bu yana.



Yine de bir şey itiraf etmeliyim. Sinelerini döve döve bir trajediyi tekrarlamak ve böylece yaşamaya bir sebep bulmak o yaşta bile uygun gelmiyor bana. Türbedeki şaşaa da… Sonradan, Şia ile Ehli Sünnet arasındaki en büyük farklardan ikisinin şaşaa ve trajedi tekrarı olduğunu düşünmeye başlayacağım elbette. Fakat o gün sadece bu ikisini garipsemekle yetiniyorum. Ve Hazreti Hüseyin için iki damla yaş akıtıyorum Kerbela toprağına.



Garip. Yatsıyı Kerbela'da kılıp, aslında şehre çok yakın olan Necef'e uğramadan, bir başka yol üzerinden Suudi Arabistan sınırına doğru ilerliyoruz.



Gece olmasına rağmen gözlerim çöle mıhlanmış durumda. Görebildiğim kadarıyla şimdilik bizim Anadolu'nun bozkırlarından hallice, ama haberini aldım amcamdan; sınıra yaklaştıkça filmlerdeki çöllere benzemeye başlayacak.



Seneler sonra ünlü fotoğrafçı İzzet Keribar'la bir sohbetimizde üstadın en çok çöl fotoğrafı çekmeyi sevdiğini öğrenince şaşırmamıştım. Büyülü, büyüleyici bir yer çöl... Olgunlaştırıcı bir yer. 'Çölde tek başına geçirdiğim uzun gecelerde düşünmek için çok vaktim oldu' deyip Müslümanlığı seçen Hazreti Hamza'nın da bir etkisi var mı acaba benim bu çöl sevgimde? Belki.



Gecenin dibinde geliyoruz Arar sınır kapısına. Sabah açılacakmış kapı.



Birazdan işte bu koltukta uyumaya başlayacağım ve bir rüya görmeyi umuyorum. Çöl olsun rüyada. Uçsuz bucaksız, kilometrelerce çöl… Hazreti Hamza ve Hazreti Hüseyin olsun yanımda. Sırtımda sadak, belimde kılınç, bir elimde yay, bir elimde mızrak olsun. Simsiyah Arap atlarını çatlayasıya koşturarak aslan avına çıkayım. Susadığımda kırbadan yudum yudum su içeyim. Çok uzaktan çölde yürüyen iki adam göreyim. Yüzlerini seçemiyor olsam da bu yürüyüşün dünyanın en önemli yürüyüşü olduğunu hemen anlayayım. Çölü, varlığıyla şereflendiren Efendimiz(sav)'in izinden süreyim atımı. Süreyim, süreyim, süreyim.



Uyumuşum.



Yüzlerce otobüsten oluşan bir çölün içinde uyandım. Kapıda bir sıkıntı varmış. Daha doğrusu, bir umre otobüsü diğer bir umre otobüsünü 'şu otobüste uyuşturucu madde var' diye şikayet ettiğinden geçişler durmuş. O otobüsü iyice aramadan da başlamayacakmış.



'Ne yapacağız?' diye sordum amcama. 'Hadi tarhana aşı yapalım' dedi.



Babaannem, 'yolda yersiniz' diye kuru-diri bir dünya şey hazırlamıştı elbette. O çantanın içinden çıktı tarhana kesesi. Küçük tüpü yaktık, üzerine öksüzdoyuranı yerleştirdik. 'Öksüzdoyuran' demem boşuna değil. Bir kişi kucaklaşa kolları kavuşmaz. O derece büyük bir tencere.



Tarhana kesesinin tamamını boca ettik suya. Tuzuydu, nanesiydi, biberiydi derken çorba yavaş yavaş kaynamaya, kokusunu etrafa yaymaya başladı. 'Sen karıştırtadur, ben ekmek alıp geleyim' dedi amcam. Tencereye baktım. 'Bu kadar çorbayı kim içecek ki? İsraf olacak' diye düşündüm. Az sonra nereden bulduysa elinde bir dünya plastik kaşık ve 4-5 poşet incecik sıcak ekmekle geldi amcam.



Çöle bir halı serdik bagajdan alıp. 'Haydi buyurun' dedik etraftaki umrecilere. Bir kişi geldi, sonra bir kişi daha, ardından bir kişi daha. Çeviriverdik öksüzdoyuranın etrafını. Çorbanın sıcaklığıyla çölün ince serinliği mükemmel bir uyuma neden oldu. Nanenin kokusuyla sıcak ekmeğin üzerindeki çörekotları da öyle…



Belki 200, belki 300 kişi içti o seher vaktinde o tarhanayı. Çorbasını içen kalkıyor, onun yerine 'bereketli olsun' diyen biri hemen oturuveriyordu. Çorbanın yanına peynir, domates, zeytin, hurma getirenler oldu. Varıp gidip o sıcak ekmeklerden alanlar oldu. Ekmek sıcak olunca çıkından tereyağı çıkaranlar oldu. Bir tencere çorbanın oluşturduğu şenlik duygusunu size anlatabilecek kelimelere keşke sahip olabilseydim. Ama değilim. Havada, dokunabileceğiniz kadar somutlaşmış bir kardeşlik duygusu vardı.



Çorba faslı bitip de amcamın döktüğü suda öksüzdoyuranı yıkarken 'mesele buymuş demek ki' diye düşündüm kendi kendime, 'Hazreti Nuh'un gemisi varsa bizim de bagajında küçük tüple tarhana olan otobüsümüz var. Yeter ki sen tufandan kurtulmaya niyet et.'



Çöldeyim ve çok mutluyum. Dahası, artık aklımda alacağım Commodore değil de göreceğim Kabe var. İşte buna hakikaten şaşırıyorum. Amcam tarhanaya bir şey katmış olmalı.


#Kerbela
#Hazreti Hüseyin
#Çöl
#Tarhana
7 yıl önce
Büyük yolculuk: Sınır tarhanası
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle