|
Endüstri oyuna karşı!

1950''li yıllar. ''Busby bebekleri'', yani Manchester United, İngiltere ligini kasıp kavuruyor. Takıma herkes ''Busby bebekleri'' diyor çünkü o yıllarda takımı çalıştıran Matt Busby''nin en önemli özelliği genç futbolcuları keşfedip parlatması.

6 Şubat 1958. Kızılyıldız''la Yugoslayva''da oynadığı maçtan dönen Manchester United kafilesini taşıyan uçak, yakıt almak için indiği Münih Havaalanı''ndan havalanmaya çalışırken kaza yapar. Bu kazada, 8''i United futbolcusu 23 kişi hayatını kaybeder. Ölenlerin arasında kazadan sonra 15 gün yoğun bakımda kalan Duncan Edwards da vardır.

2011 yılında bu elim kazayı anlatan şahane bir film yapıldı. Adı ''United.'' Filmin, en çok ilgimi çeken sahnelerinden biri, o yıllarda İngiliz Milli Takımı''nın da değişmez oyuncularından biri olan Edwards''ın kız arkadaşının ''evlenme'' konusunda yaptığı tespitti. Şöyle diyordu: ''Evlenemeyiz şekerim. Haftada 15 sterlinlik futbolcu maaşları düzelmedikçe Duncan''la evlenemeyiz.''

Bu, burada bir dursun.

Bana sık sık ''Futbolu seviyor musun'' diye sorarlar. Ben de hiç değiştirmeksizin ''Oyunu seviyorum, endüstriyi değil'' cevabını veririm. Çünkü futbol endüstrisi, oyunun düpedüz düşmanıdır.

Endüstrinin oyuna yaptığı en büyük kötülük, futbolu ''hikayesiz'' bırakmış olmasıdır. Ne demek bu? Anlatmaya çalışalım.

Günümüzde ''topçu'' yoktur. Şirket isimleri taşıyan ''arena''larda bir şirket için savaşan gladyatörler vardır. O gladyatörlerin menajerleri, yaşam koçları, stil danışmanları, imaj makerları vardır. Endüstrinin bel kemiği olarak milyarlarca dolarlık bir kumar ekonomisi vardır. Maçların yayın saatlerini belirleyen yayıncı kuruluşlar vardır. Fakat ortada bizi oynanan oyunun futbol olduğuna inandıracak bir ''hikaye'' yoktur. Çünkü artık endüstri için ''topçu'', bir gereklilik değildir.

Endüstri, bir bacağı diğerinden 6 santim kısa bir sağ kanat oyuncusu istemez mesela. ''Ben bu takımı şampiyon yapmak istiyorum'' diyerek Napoli''yi avcunun içine alan bir Güney Amerikalıyı istemez. Sabah güçlükle ayıltıldığı için maça nerdeyse yarı sarhoş çıkan, ama attığı gol ve verdiği paslarla günün adamı ilan edilen bir ''Belfast çocuğu''nu istemez. Bırakın Garrincha''yı, Maradona''yı, Best''i, artık ''Ben rakibe karşı oynamam, ben yenilgi duygusuna karşı oynarım'' lafını edebilen Eric Cantona''yı bile istemez.

Kapitalist dönüşümünü son santimetrekaresine kadar tamamlamış yeşil sahalardan ''esaslı topçu'' çıkmaz. Öyle olunca ''hikaye'' de çıkmaz. Ronaldo, Messi, Bale gibi ''standart davranışlı yıldız''ların parlatıldığı, Balotelli ya da İbrahimoviç gibi ''arıza''ların çeşitli baskılarla düzleştirildiği bir futbol ortamından söz ediyoruz altı üstü. Hiçbir takım hiçbir düzeyde risk almaktan yana değil artık. Çünkü ortada ''takım'' değil ya mafyöz birtakım adamların ya da büyük holdinglerin yönettiği şirketler var.

Kimse kusura bakmasın. Bu şirketlerin önümüze koyduğu ''süper süslü'', lakin ''acayip yavan'' şeyin adı futbol değil.

Endüstriyel futbolun en büyük mağdurları şüphe yok ki taraftarlar. Çünkü endüstri onları da istemiyor. Taraftar değil müşteri isteniyor artık. Kombinesini, her yıl yenilenen aptal saptal formaları, kulübün resmi ürünlerini alsın ve arenada kendisine ayrılan koltukta ''şovun devam etmesini sağlayan bir unsur'' olarak otursun… Taraftardan beklenen artık sadece bu… Pardon, bir de tabii ''diğerinden nefret ederek'' endüstriye gereken ''çatışma noktası''nı diri tutsun.

İşte Dünya Kupası''nı izliyoruz. Kendi adıma ben, bu kupadaki çoğu maçı müthiş bir yavanlık hissiyle bitiriyorum. Her şey tamam gibi oysa… Gol var, teknik var, hız var, mücadele var. Ama işte futbolun bizi kendisine en çok aşık eden o en temel duygusu, yani ''tutku'' giderek azalıyor, hatta yok oluyor.

Sponsor biletleriyle statları dolduran ''zengin üst sınıfın'' ve senede milyonlarca dolar kazanan ''standart makinelerin'' oyunu seven insana ''tutku'' aşılaması söz konusu olabilir mi?

O tutku nerden kaynaklanır biliyoruz değil mi? Maradona''nın elle attığı golden, Higuita''nın ''akrep vuruşu'' ile çıkardığı şuttan, 40 yaşındaki Roger Milla''nın İngiltere defansını ipe dizmesinden, Zidane''nın Materazzi denen sevimsize attığı kafadan… O tutku, kaçak olarak girilen maçlardan, annelerimizin diktiği çubuklu formalardan, balçıklaşan sahalarda birbirleriyle kör dövüşü yapan hafif göbekli ve çok bıyıklı adamlardan, kaybettiğinde yedek kulübesini tekmeleyip ayağını sakatlayan topçulardan kaynaklanır. Böyle şeyleri özleyen bir tek ben miyim?

Ne diyordu Gheorghe Hagi: ''Bi Kosta Rikaynan bahar gelir mi emmimin oğlu?''

10 yıl önce
Endüstri oyuna karşı!
‘Zina suçu’ tekrar TCK’ya girer mi
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü