|
Şu “yol” meselesi

Hemen her zamanki gibi “kendimden yola çıkarak” yazayım istedim bugünkü yazımı. Bakalım sonunu nereye bağlarız?

Bazı işler için yaklaşık 7 aydır memleketimizin en güzel illerinden birine, Kahramanmaraş’a gidip geliyorum. Pandemiden dolayı uçağa binmeyi hala göze alamadığım için de bu yolculuklar karayolu ile oluyor.

7 ay önce, İstanbul Anadolu Yakasından Maraş’a ilk yolculuğum 13 saat civarı sürmüştü. Otobandan Ankara, ardından Kırıkkale cihetinden Kırşehir ve Kayseri, sonrasında Pınarbaşı üzerinden Binboğalar’ı takiple Göksun üzeri Maraş.

Güzel fakat oldukça yorucu bir yolculuktu bu ilk yolculuk. Bilhassa Göksun sonrası sürekli tırmanıp indiğiniz ve duble yol olmayan “son kilometreler” epeyce bir mesele olmuştu.

Sonra şöyle bir şey oldu. “Edebiyat yolu” olarak isimlendirilen ve Göksun-Maraş arasını 11 tünel ve bir dünya viyadükle kısaltan yol kısmi şekilde hizmet vermeye başladı. Bu, 13 saat ortalama olan yol süremi 12 saat civarına indirdi. Yol bütünüyle açılınca da 11,5 saate kadar düştü süre.

Ardından bir şey daha oldu. Ankara-Niğde otobanı açıldı. 45 dakika da o yol kısalttı erişim mesafesini. Oldu mu sana İstanbul-Maraş arası 10 saat 45 dakika.

Bakmayın siz benim 10 saat 45 dakika dediğime. Limitleri zorlamadan “üstte tutan” ve “az durulan” bir seyrüseferde dokuz buçuk saate İstanbul’dan Maraş’a inmek mümkün. Ben “bir kırık kiremit görsek de çay içsek” diyen taifeden olduğum için dura kalka alıyorum mesafeyi.

Bütün bu hikâyeyi niçin anlatıyorum? Galiba şundan. 7 ay içerisinde, anbean şahit olduğum bir “lojistik başarıyı” kayda geçirmek istedim. Kayda geçirmek istedim çünkü eskiler ne der bilirsiniz: “Yol, medeniyettir.”

Türkiye’nin “lojistik davası” tam 150 yıllık bir dava. Sultan Abdülhamid’in başlattığı büyük yol hamlesi Cumhuriyetin ilanı ile birlikte bir “milli mesele” olarak belirginleşiyor. Zaman zaman kesintilere uğrasa da bu mesele önemini hiç kaybetmiyor.

Demir yolları, hızlı tren, köprüler, havalimanları, otoyollar konularında da ne yazık ki Türkiye tam ortadan ikiye bölünmüş durumda. En son Çin’e giden ticaret treninde gördük işte “tren Çin’e gitmese memnun olacak” bir kitlenin varlığını.

İstanbul-İzmir arasının 4 saate düşmesi, Erzurum-Rize arasının yıl boyu ulaşıma açılması, İstanbul Havalimanının bitirilmesi, Marmaray… Bunlar, o “milli mesele”nin somut sonuçları. Lafa gelince “Almanya’nın yolları çok güzel şekerim” goygoyu yapan kitle, son yirmi yılda yollarının Almanya kalitesine yaklaşmış olmasından niçin rahatsızlık duyar, anlaşılır gibi değil. “Hızlı trenle Paris’ten Brüksel’e geçtim, ay çok hoş” diyen kitle niçin İstanbul’dan Konya’ya hızlı tren olmasını içine sindiremez, anlaşılabilir gibi değil.

Meselenin belki bir başka tarafı da şu… 20 yıldır AK Parti iktidarından başka iktidar görmemiş insanlara yol meselesinin, sağlık meselesinin, enerji meselesinin önemini anlatmanın bir yolunu bulmak niçin bunca zor, onu da anlamıyorum.

Fakat anladığım şey şu. Lojistik, sağlık, enerji, yaratıcı endüstri çıktıları ve diğer gelişmeler Türkiye’nin “milli ufku”dur. Bu ufuk, 7 ayda yolculuğumu 13 saatten 10 saate indiren ufuktur.

Son söz: Bazı şeyler “bedeli ne olursa olsun” denilerek yarını planlama odaklıdır. Durmadan üretilen “yol, köprü yaparak Türkiye’nin geleceğini ipotek altına alıyorlar” propagandası boş, bomboş bir propagandadır. Yapılan şey “Türkiye’nin geleceğini kurtarmak”tır.

İnanmayan pandemi sürecinde İtalya’nın, hatta İspanya’nın giderek tükenen yol kaliteleri yüzünden kaybettiklerine baksın. Ne demek istediğimi anlayacaklardır.

#Yol
3 years ago
Şu “yol” meselesi
Ham meyve neden acıdır?
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü