|
Yavaş yavaş delirmek

Önce Gülşen olayı patladı. “İmam hatipte okumuş, o yüzden sapık” dedi yeteneksiz popçu. Ardından Urfa’da bir hoca “mükellef yaşta olmayan kız çocuklarının” giyim kuşamları üzerinden ucu pedofiliye varabilecek laflar etti. Hemen peşine insan dışkısı yiyen Celal, “Musa diye bir peygamber yaşamadı” dediği için soruşturuldu.

30 Ağustos günü adlarını sanlarını, kim olduklarını bilmediğimiz birtakım hesaplar Mustafa Kemal hakkında “Sabataycıydı” iddiasından başlayıp işi “zaten 30 Ağustos diye bir zafer yoktu”ya kadar vardırdılar. Peşine Besim Tibuk “Mustafa Kemal Amerikan mandasını istedi ama Amerika kabul etmedi” diyerek bizi bizden aldı. Kamalistler karşı atağa geçerek bir sürü küfür savurdular akşama kadar. Her zaman yaptıkları gibi o zokaları satın alıp “kerameti kendilerinden menkul üstünlük duyguları” ile etmedik hakaret bırakmadılar insanlara.

“Lan yeter herhalde bu kadar” derken uzun süredir alkolle sorun yaşadığını düşündüğüm Musa Eroğlu isimli türkücünün Hz. Ali hakkında buraya yazamayacağım galizlikte laflar ettiği ortaya çıktı. Alevi dernekleri derhal dava açtı.

“Cidden bu kadarı artık yeter” derken bir doktor “Galatasaray Lisesi yabancı dilde eğitim veren sömürge okuludur, kapatılmalıdır” yazdı.

“Cehaletle düşmanlık, gevşeklikle gerzeklik bir araya gelince böyle oluyor” deyip geçilecek meseleler mi acaba bunlar?

Bence değil, hem de hiç değil.

Önce zemini bir temizleyelim. Esnaftan bir abimiz olan Levent Gültekin’in Türkçe ifade gücü olsa söylemek istediği gibi söyleyelim hatta: “Kimse kimsenin inancına, kutsalına, sembolüne saygı göstermek zorunda değil. Buradaki anlaşma zemini ‘saygısızlık etmeme’ zeminidir.”

Saygısızlığın nerede başlayıp nerede biteceğini belirleyen şeyse verili hukuktan çok toplumun yerli yerince hassasiyetleridir. Verili hukuk, kendisini bu konuda bu yerli yerince hassasiyetlere göre konumlar ve/veya konumlandırmalıdır.

İmam hatip okullarına, Galatasaray Lisesi’ne, Mustafa Kemal’e, Hz. Ali’ye saygısızlık yaparsanız “toplumsal zemini” bombalamaya çabaladığınıza dair bir karine oluşur hepimizde. Bu, elbette imam hatip okullarını, Galatasaray Lisesi’ni, Mustafa Kemal’i, Hz. Ali’yi sevmenizi, dahası onlara saygı duymanızı gerektirmez.

Dahasını da söyleyeyim. Usulünce, işi saygısızlığa, laçkalığa, terbiyesizliğe vardırmadan imam hatip okulları da, Galatasaray Lisesi de, Mustafa Kemal de, Hz. Ali de eleştirilebilir.

Elbette ben Hz. Ali’nin eleştirilmesini hoş görmem, başkası da Mustafa Kemal’in eleştirilmesini hoş görmez ve fakat birbirimize “tahammül etmek” gibi bir yükümlülüğümüz vardır ve tahammül ederiz/etmeliyiz.

Gülşen’inki eleştiri değil laçkalık ve terbiyesizlik, Musa Eroğlu’nunki eleştiri değil gevşeklik, doktorunki eleştiri değil haddi aşma ve cehalet, sosyal medyada Mustafa Kemal hakkında esip gürleyenlerinki ise eleştiri değil karışıklık çıkarma girişimi.

Şimdi burada takkeyi önümüze koyup düşünme zamanı. Türkiye, toplumsal sinir uçlarıyla oynanması çok kolay bir ülke olarak kalmaya devam ederse bu kimin işine, nasıl gelir?

“Birbirimize benzeyelim” safdilliğine de gerek yok “onlar bize benzesin” diyerek Kamalizm üretmeye de. Ne birbirimize benzeyelim ne kimse bize benzesin ama ortak bir saygı dili üzerinde de anlaşalım.

Yapabilir miyiz bunu peki?

Hayır, yapamayız.

Çünkü Türkiye’deki politik zemin semboller, inançlar, yaşam tarzları üzerinden ilerliyor hepimiz bu politik zemini satın alıyoruz.

İkincisi, sosyal medyada “ben tartışmalı, saygısızca bir şey yazayım da millet bana küfür etsin, ben de buradan avukatlar marifetiyle para kazanayım” ticaretini yürüten sağlı-sollu yüzlerce hesap var. Aradaki mesafeyi açtıkça açıyorlar. Toplumsal zeminin altını oydukça oyuyorlar.

Daha dün, bunu bir geçim kapısına çevirmiş ve kendisine “Atatürkçü İlahiyatçı” diyen bir madrabazın bana açtığı davada ifade vermeye gittim mesela. Adamın geçim kapısının bu olduğunu bile bile kendimi tutamayıp “lağım faresi” dedim.

Savunmam da çok basitti bu arada: “Lağım faresine lağım faresi demek hakaret değildir. Bir lağım faresine lağım faresi dediğim için pişman değilim. Hükmünüze razıyım.”

Üçüncüsü ise kimsenin “gerçekle” ilgilenmiyor olduğu hakikati. Herkes sadece ama sadece haklı olmak istiyor canına yandığımının memleketinde.

“Hayır, yapamayız” dediğim yer burası. Bence işimiz zor ama sorumluluk da tek tek hepimizde vesselam.

#Gülşen
#Besim Tibuk
2 yıl önce
Yavaş yavaş delirmek
CHP’nin arka bahçesinde kurulmak istenen tezgâh
Evet sokağa çıkamayacak hale geleceksiniz!
Batı’da İsrail spiritüel bir tutkuya dönüştürüldü...
Din savaşı
13 şehit