|
Gecede kalan

Çocukluğumu hep “gereğinden uzun sürdü” diye düşündüm belli bir yaşıma kadar. Sonra şunu öğrendim: “İnsan sadece çocukluğunu yaşar, sonrasında hep onu arar.”

Bir temmuzun dibiydi. Yahut bir ağustosun başı. Hatta belki sonuydu bir yazın. Ne önemi var? Geceydi. Köydeydim. On yaşındaydım. Çok mutluydum. Bugün bile gözümün önünden gitmeyen grotesk bir tablonun içindeydim.

Binlerce ayçiçeği vardı ağababamın evinin önünde. Birkaç köpek, birkaç kedi vardı. Köyün yardıma gelen genç kızları vardı etrafımda. “Şehirden gelen çipil oğlan” olduğum ve anlattığım şeye neşe katmayı başardığım için yegâne görevim imece ederken onları eğlendirmekti. O grotesk tabloda mutlaka olması gereken eğlendirici bendim ve bu çok güzeldi.

Evin önünde aklımın ermediği çeşitli yöntemlerle ön tarafı ayağa dikilmiş bir turuncu traktör var. Ağababamın traktörü. Çalışan traktörün gaz pedalına bir taş yerleştirilmiş özenle. Havada olduğu için boşta olan lastiklerin dönmesi temin edilmiş böylece. Eline çift kat çorap geçirmiş anam ayçiçekleri alıp o lastiklere yanaştırıyor. Lastiğe incecik değen ayçiçeği, içinde aylarca taşıdığı çekirdeklerini ayırıyor itiraz etmeden. O zamanlar “her insan ölümü içinde taşır, meyvenin çekirdeğini taşıdığı gibi” cümlesini bilmediğim için olağanüstü buluyorum bu ayrılma işini.

Bir bezin üzerine ayrılan çekirdekler ara ara alınıp kızların önüne taşınıyor. Kızlar, elekte çevirerek çekirdeklerin çiçek parçalarından ayrılmasını sağlıyor. Ben orda giriyorum devreye. Elenen çekirdekleri yeme görevi bende. Muazzam bir tazelik kokan çekirdekler, henüz kavrulmadıkları yahut kurutulmadıkları için tatsız, ama olsun. O tazeliğin kokusu aklımı başımdan alıyor.

Biteviye elek işlemi yapan köyün genç kızlarından biri “anlat bakalım bi tane daha çakır gözlü bebek” diyor. Zaten bunu bekliyorum. Sahneye davet edilmeyi… Sıramın gelmesini…

“Temel bir kış günü kedisini yıkıyoymuş” diye başlıyorum. Henüz “-r”ler tam yerine oturmamış ve hâlâ devam eden hafif “-s” peltekliğim o vakitler daha belirgin. Yani fıkram komik olmasa bile telaffuzum ve anlatma gayretim kahkaha için yeterli.

Kahkahanın dozu birazcık yükselince kızlardan biri “Vallaha Siyami emmi ümüğümüzü sıkacak şimdi. Az gülün” diyerek ağababamın olduğu tarafa doğru tedirgin bakıyor. Traktörün sesinin kahkaha seslerini bastıracağına kanaat getirilince kızlardan biri yineliyor daveti: “Anlat bakalım bi tane daha…”

Çay, evde yapılmış peynir, bostandan kesilmiş domates-biberle şehirden gelmiş zeytinden ibaret “ekmek” yenilirken kızlardan biri soruyor: “Sevgilin var mı senin?”

Elbette var. Hem babası yüksek memur o zalımın kızına sade ben değil, sınıfın cümle çipilleri âşık. Parlak olmayan zengin kumaşından önlüğü, annesinin her sabah nizami şekilde iki yandan ördüğü saçları, böyle iri iri gözleri ve ille de hep parıldayan siyah ruganlarıyla tekmilimizin kalbini oyup duran o zalimin derdine duçar olmamanın imkânı var mı?

Fakat yine de kestirmeden “yok” diyorum. Utanma belasına elbet.

“Yok mu sınıfta beğendiğin biri?” diye kanırtıyor soruyu bir başka kız. “Yok” diyorum yine. Bu sefer nişanlı olduğunu bildiğim bir başka abla “Niye yok?” diye soruyor. Beklediğim kurtuluş çağrısının bu soru olduğunu fark ediyorum. Cesaretimi toplayıp “Güzel kızları hep kapmışlar aba. Hepsi nişanlanmış” deyiveriyorum. Yemek yendiği için traktörün çalışmadığını unutan kızların kahkahası Arşıâlâyı tutuyor. Anlıyoruz ki gecedir ve anlıyoruz ki ağababam tam şimdi bizim yemek yediğimiz yere dikmiştir sert bakışlarını. Bu anlaşılır anlaşılmaz keskin bir sessizlik temin ediliyor.

Uzaktan, aşağıda tokaçla çamaşır yıkanan küçücük derenin etrafındaki kurbağaların sesi geliyor. Başımızın üzerinde yıldızlı gece var. Bazlamaya peynirin birazını ve çocukluğumun yekûnunu koyup ısırıyorum. Bir çift parıldayan rugan ayakkabı geliyor hayalime…

#Gece
#Cesaret
#Ayçiçeği
#Çekirdek
#Çay
#Traktör
٪d سنوات قبل
Gecede kalan
Dans - I
Kafalar değişmeli
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı