Siyasetin, bürokrasinin, medyanın, ya da çalışma yaşamınızın bunaltan dünyasından bazı zamanlar kaçmak, geri çekilmek, bir muhasebe yapmak ve tazelenmek gerekir.
O zaman, geldiğiniz dünyaya uzaktan bakar, oradaki ilişkilerinizi gözden geçirir, ne kadar yıprandığınızı, sahip olduğunuz ilkelerin ve prensiplerin nasıl örselendiğini görebilirsiniz. Bunun için yalnızlaşmak, kendinize yabancılaşmak ve iç dünyanızın feryadını duyacak kadar sessiz bir ortama ihtiyacınız vardır.
2005 yılında, National Geographic dergisi Likya yolunu kapak yaptığında, bunun, o günden sonra hayatıma bambaşka bir anlam katacağını, başka bir kapı açacağını ve bu kapıdan girip, gördüğüm dünyaya aşık olacağımı bilmiyordum.
Dergiyi okuyunca, ışıklar ülkesi Likya'yı ve onun peri masallarını andıran şehirlerini öğrendikçe, beni kendine çeken bir rüyaya kapıldığımı hissettim. Sanki efsaneler, masallar ve hikayeler dünyasından bir buğulu yaşam öneriyordu bana bu anlatılanlar.
Dergi ekinde Likya Yolu'nun bir de haritasını vermişti. Bu harita ise, sisler arasında hayal ettiğim, korsanların, kralların, Olimpos Dağı tanrılarının, mermer sütunlu, taş yapıların süslediği bir masal ülkesinin içine çekiyordu beni.
O an, o haritadaki yollara koşmak, harita üzerinde çizilmiş, mitolojik çağlardan kalma şehirlerde; antik tiyatroları, deniz fenerlerini, hamamları, kemerleri ve batık şehirleri görmek istiyordum.
Aslında Ankara'nın o sevimsiz gri renginden, bürokrasinin kasvetli yapısından ve siyasetin acımasız ilişkilerinden kaçmak ve biraz olsun nefes almaktı amacım. Öyle de yaptım.
Tek başımaydım. Tek başıma bu yolu yürümeye kararlıydım. Dostlarımın tüm telkinlerine rağmen, o bilmediğim dağlarda, yaylalarda, ovalarda ve koylarda tek başıma yürüyecek, doğayı, tarihi, eski kavimlerin hikayelerini, efsanelerin hikmetini öğrenecek ama en çok da bir iç muhasebe yapacaktım.
Daha önce Likya Yolu'nu bulan, işaretleyen ve tüm dünyaya tanıtan Kate Clow'la birlikte çalışanların bu yol hakkındaki kitaplarını buldum. Tecrübeli yürüyüşçülerin notlarına ulaştım. Ve 2005 yılında ilk defa, beni her gördüğümde heyecanlandıran, adını her duyduğumda içimde bir kıpırtıya neden olan Likya Yolu'na ilk adımımı attım. Tek başımaydım.
Bir sırt çantam ve elime haritam vardı sadece. Böylece 11 yıl boyunca, hiç aksatmadan yürüyeceğim, o muhteşem rüya yoluyla tanışmış oldum.
Bir gün, dağ başında istedikleri gibi koşan yılkı atları gördüm, özgürlüklerine hayran oldum. Bir gün küçük bir kaplumbağanın, kendini korumak için ses çıkardığını duydum, hayret ettim. Bir yılanı, bir kartalı, bir serçeyi, bir yaban keçisini, karınca yuvalarını, arı kovanlarını gördüm, hayatı daha iyi anladım.
Dağların ıssız yamaçlarında, yarım metre genişlikte, taşlara, kayalara, ağaçlara çizilmiş, kırmızı beyaz renkte iki küçük çizgiyi takip ederek, başka bir dünyanın, insan yolunda yürüyerek bir ülkeyi dolaştım. Allah'a olan inancım daha da güçlendi.
Kendime yabancılaşıp, hatalarımı, kusurlarımı, yanlışlarımı, eksikliklerimi gördüm. Yaptığım işi, ürettiğim değeri, ülkeme, milletime, ümmetime ve insanlığa ne kattığımı muhasebe ettim.
Her yıl, aksatmadan, bir gün dahi olsa, o yollara vurdum kendimi. Hiçbir şey bu kadar huzur vermedi, hiçbir şey bu kadar hikmetli şeyler öğretmedi bana. Yolu bitirdim bu sene. 500 kilometre yol yürümüşüm şimdiye kadar.