|
Ernest Gellner "Kemalizm"i anlatıyor(2)

''Miliyetçilik''i konu edinen çalışmalarıyla tanınan Ernest Gellner''in ''Kemalizm'' başlıklı yazısını (Milliyetçiliğe Bakmak, İletişim) gözden geçirmeye devam ediyoruz. Dünkü yazıda da değinmiştim, Gellner''in 1960 yılında Türkiye''de katıldığı bir konferansın ''havasını'' da hatırlattığı ''Kemalizm''e ilişkin değerlendirmesi bugün bizim açımızdan büyük bir yenilik taşımıyor. Milliyetçilik konusunda ''Uluslar ve Ulusçuluk'' başta olmak üzere yayınlarıyla önemli katkıda bulunmuş Gellner''in çok açık-seçik biçimde elli yıl önce gözleyip aktardığı önündeki tabloyu (Türkiye ve Kemalizm) bizim ancak yakınlarda diyebileceğimiz bir zaman diliminde çözmeye başlamış olmamız bile tek başına ülkenin kültürel, toplumsal, politik düşünce hayatının nasıl bir ''gecikme'' içinde olduğunun bir delili değil midir? ''Eloğlu''nun Türkiye''de tek bir konferansı izleyip notunu verdiği bir kültürel, toplumsal, politik sapmanın ayırtına varabilmek için bizim yıllar boyu sarf ettiğimiz çabayı ve de tabii başımıza gelen felaketleri hatırlayın. Bu sözlerim ''perde nihayet kalkmıştır'' gibi bir sonuca vardığım şeklinde anlaşılmasın; olsa olsa ''perde aralanmıştır'' diyeceğim kendi hesabıma. Çünkü önümüzde aşılacak daha çok yol olduğu anlaşılıyor...

Gellner, yazısına ''Türkiye liberal toplumların geleceği, ekonomik gelişme ya da İslâm ile ilgilenen herkesin dikkatini çekecek özel bir iddiaya sahiptir'' diyerek başlıyor. Çünkü bu ülke ''bu üç önemli konunun kesiştiği bir yerde durmaktadır.'' (Bu tespit biraz bugünün ''Model ülke Türkiye'' klişesini hatırlatıyorsa da doğruluk payı hepten yadsınamaz tabii ki...) Yazar, Asya''daki iki ülkenin (Japonya ve Hindistan) yanında Türkiye''de de liberal demokrasilere özgü bir özelliğin, yani ''anayasal düzen ve serbest seçimler''in varlığından söz ederek, Türkiye''de bu çerçevedeki politik fikirleri kabul edilişini ilk iki ülkeden farklı olarak ''tamamen endojen'' (içsel dinamiklerle açıklanan) nitelikte bir gelişme olarak değerlendiriyor. (Gellner''in -özellikle belirtmese de- 50 sonrası Türkiye''yi düşünerek bu gözlemi yaptığını söyleyebiliriz.) Hem de şu sözlerle: ''Türkiye kendi kaderini belirledi. Politik moderniteye kendisi ulaştı, buna mecbur bırakılmadı.''

Ancak bu ''politik modernite'' tabii ki bazı şartlara tabii! Tamam, Türkiye Kemalist geleneğin Batılılaşmaya yönelik derin bağlığının sonucu olarak ''anayasal düzen ve serbest seçimler''i barındıran bir düzende kararlıdır. Ancak bu süreçte ülkenin silahlı kuvvetleri de sırasında en önemli aktör olarak işe karışmak istemektedir. Nitekim ''söz konusu değerler ciddi bir tehdide maruz kaldığında kararlılıkla ortaya çıkan bekçi ve garantör; işlevi, yaşam biçimi ve geleneği bakımından bu sivil değerlere karşı cok da sevgi bağı beslemeyen bir kurum, ordu kurumu olmuştur.''

Hoş bir ''tablo'' doğrusu! ''Politik modernite''ye ulaşmakta kararlı bir devlet, ancak söz konusu moderniteden sapmalara karşı bir garantör kurum... Gellner, TSK''nın kendisine biçtiği bu garantör görevini benzer örneklerden farklı olarak nasıl üstlendiğini Mark Twain''i araya sokarak eğlenceli biçimde şöyle anlatıyor:

''(TSK) Bir süre sonra, müdahalenin askeri bir başarısızlığa uğramasına gerek duymaksızın verdikleri sözü uygulamaya koşmuşlardır. Mark Twain''e ait olduğunu sandığım eski bir espri vardır: Twain sigarayı bırakmanın çok kolay bir şey olduğunu söyler, o kadar kolaydır ki kendisi defalarca bırakmıştır. Türk subayları da demokrasiye bağlılıklarını onu sık sık yeniden kurarak göstermişlerdir.''

Sizi bilmem ama bu benzetme de benim çok hoşuma gitti...

Gellner''in Türkiye''nin modernleşme biçiminde dikkat çektiği bir başka önemli yön, bu ülkede ''modernleşme ideolojisinin ayrıntılı bir şekilde düzenlenmemiş olmasıdır.'' Yazar, Durkheim ve diğer Batılı yazarların Türk entellektüelleri üzerindeki etkisi ne olursa olsun ''açık seçik telaffuz edilen bir modernite Sünneti yoktur. (...) Kısaca, moderniteye derinden bir bağlılık olsa da, bu sadakat, gelişmiş ve kısıtlayıcı bir doktrine sıkı sıkıya bağlı değildir. Şüphesiz, ortada bir Kemalist hadisler ve literatür toplamı vardır, ancak bu Türkiye''nin yaşadığı modernleşme deneyimindeki olası gelişme çizgilerini önceden belirleyebilecek kadar spesifik değildir.''

Gellner güzel anlatıyor Türkiye''yi bence. Osmanlıdan beri ''politik modernleşme''ye ulaşmak için bir gayret yok değil; ama bu sürecin özü ''devlete yüklediği güçle'' olumlanıyor. ''Devlet, güçlü olmak, düzeni korumak, iyiye destek olup kötüyü bastırmak için vardır. Üretim ilişkilerine katılmak için değil. Reaya ise, devletin alışılagelen ve boyun eğilen bir biçim içinde muhafazasına yetecek kadar üretmek için mevcuttur.''

''Açıkça görüyor ki'', diyor Gellner, ''işin başında Batılılaşma geleneğine biçim verenler sözünü ettiğimiz türden bir sorunu kestirememişler ve soruna iyi bir yanıt oluşturamamışlar. (...) Bazı entelektüellerin çabalarına karşın, çok iyi bir teorik çözüm mevcut değil. Ancak, politik pratikte bir tür çözüme ulaşmış görünüyordu.''

Bulunan ''pratik çözüm''ü de şudur:

''Adil seçimleri yapacağız. Eğer sonuç aleyhimize olursa, yani dinsel oportünistlerin ya da onlara yamanmaya çalışanların zaferi onaylanırsa, bu kararı demokrasiye olan sadakatimizle kabul edeceğiz. En azından bir süre için. Ama zaferi kazananlar fazla ileri giderlerse, Kemalist Sünnetin bekçisi olan ordu araya girerek Geleneğe ihanet edenleri cezalandıracaktır. Ancak, Geleneğe olan bağlılığımız yine sağlam kalacak ve bir süre sonra yeniden sivil düzeni ve demokratik seçimleri inşa edeceğiz. Eğer önceki senaryo tekrarlanırsa, biz de müdahalemizi tekrarlayacağız.''

İşte size -âlasından hem de- ''modern Türkiye''nin kısa ama özlü siyasi tarihi! ''Kemalist Sünnet''in bekçisi bir ordu (sivilleri de unutmayalım tabii ki) ve ''demokrasiye sadakat'' geleneğimiz.

Yazar hayatta olsa idi, ''politik modernite'' hikayemizin sonrasını nasıl anlatırdı dersiniz?

12 yıl önce
Ernest Gellner "Kemalizm"i anlatıyor(2)
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...
IBAN veren esnafın katli vacip mi?