|
Fehim Taştekin"den bir hikaye ve Berkeley

Fehim Taştekin, Radikal gazetesinin “dış haberler” servisi muhabirlerinden. Kuzey Afrika ve Ortadoğu''da yükselen isyanlara ilişkin haberleri dolayısıyla okuru oldum. Haberlerini kaçırmamaya çalışıyorum. Verdiği haberleri, yaptığı yorumları iki kez ekranda da izledim. Bu başarılı gazeteci ile bir dönem aynı gazetede çalıştığımızı da –maalesef- yeni öğrendim.

Birkaç gün önce gazetesinde Sudan''ı, hem de “Sudan''ın en sancılı Darfur bölgesindeki Cenine”ye ilişkin gözlemlerini aktarıyordu: “Bütün Sudan kentleri gibi burada imtihan ''su''dan. Münire bardakları küçük bir leğende yıkıyor, hiç suyu değiştirmeden. Ceninelilere göre Münire tutumlu, biz ''havacelere'' göre ise pisti. Nitekim bütün beyaz adamlar gibi yaptık, ısmarladığımız çaylardan yudum almadan parasını ödedik. İHH Koordinatörü İhsan Özyürek hariç. O buralarda epey papuç eskitmiş, onlarla hemhal olabilmiş. Münire için her damlanın hesabı yapılmalıydı; içilmeyen hatta yarım kalan çayları demliğe geri boşalttı…”

Bu tür haberlerin sayısının artması lazım. Yeryüzünü herhalde en iyi bu tür haberlerle öğrenebiliriz. Üstelik bu hikayeler kendilerinden dersler çıkarılabilecek türden. “Münire”nin su ile yaşadığı “imtihan”ın sıkıntısını da olabildiği kadar yakından hissetmeye çalışmalıyız. “Su imtihanı”… Güzel ve çok açıklayıcı bir benzetme bu. Asla “Sudan''ın Cenine''si nere Türkiye nere, bize bu imtihandan ne?..” dememeliyiz. Yeryüzünde “kalkınma hamleleri” bu hızla giderse -içinde tabii ki bizim de yer aldığımız- Sudan dışındaki ülkelerde de “Münire''nin su ile imtihanı”nın sırasının mutlaka geleceğini unutmamalıyız.

Dönelim tekrar Taştekin''in Sudan-Darfur''a ilişkin gözlemlerine. Haberin şu bölümü çok etkileyiciydi doğrusu: “İHH gönüllüsü sağlık teknikeri Ercan Kayrak''ın hikayesi çarpıcı: ''Hartum''da 7 yaşında bir kız çocuğunun gözlerini açtık. Doğuştan kataraktı. Anne, baba ve kardeşlerini ilk kez görüyordu ama tanımıyordu. Kimin kim olduğunu ellerine dokunarak çıkardı. Bu annem, bu babam diyordu…”

İHH yetişmese bu çocuk -büyük ihtimalle – hayatını babasını, annesini ve kardeşlerini sadece dokunarak tanıyabilen bir çocuk olarak geçirecekti. İHH''in sadece bu tek çocuğa dünyayı bağışladığı için cennetlik bir kuruluş olduğunu söyleyebilirim. İHH gerçekten bizim alışkın olmadığımız türden bir kuruluş. “Hümaniter” (insani) olarak adlandırılan, moralin yeniden keşfinin sonucu olan kuruluşlardan birisi o. Açıkçası İHH benim nazarımda yıllardır bu yönü ile büyük bir kuruluş, “Mavi Marmara” ile değil. Bu büyük kuruluş büyüklüğünü bu “Hümaniter” kimliğine borçlu. Taştekin''in verdiği şu bilgiye bakın : “Bu minik kız gibi 3 yılda 27 bin insan İHH''nın ameliyat masasında körlükten kurtuldu.” Bu bilgi dünyanın doğudan batıya, kuzeyden güneye bütün devletlerini utandırmalıdır. En başta da “Münire” ile dindaş olan Ortadoğu''nun petro-dolarlarını silah alımına yatıran mutlak monarşilerini tabii ki… İHH Katarakt Projesi Koordinatörü İhsan Özyürek, tüm Afrika''da 50 bin katarakt tedavisi yaptığını açıklıyor. (Durmayın, İHH''nın internet sitesine girerek 100 liralık bir bağış karşılığında siz de bir çocuğun annesini, babasını ve kardeşlerini sadece dokunarak değil, görerek de tanımasını sağlayın… Bundan güzel hayır olur mu?)

Hartum''daki yedi yaşındaki küçük kızın ameliyat sonrası “ilk kez” gördüğü anne, baba ve kardeşlerini tanımaması, onları “dokunarak” tanıyabilmesi bana Berkeley''in dışımızdaki varlıkların ancak “algılanarak” var olabildiği savunan –üzerinde çok tartışılan- tezini hatırlattı. Şimdi eğer çok sıkılmazsanız, Taştekin''den dinlediğimiz bu hikayeyi Berkeley''e ilişkin çok önemli bir yazıdan (Ferdinand Alquie, Berkeley) hareketle gözden geçirelim:

“…Bahçemin duvarını uzaktan görmek demek, bir grilik duyumuna sahip olmak ve bu vesileyle, benim gidip taşlara dokunmam için yüz adım atmam gerektiğini düşünmem demektir. Görme bize öngörme ve harekete geçme imkanı sağlar. O bunu, kendi duyumlarını zenginleştiren kazanılmış çağrışımların etkisiyle yapabilir ve bu işlevini keyfi bir dil tavrıyla yerine getirir. Kaldı ki, nesnelerin dokunsal büyüklüğü (…) giderek kendisini telkin eden görülebilir büyüklüğü gölgede bırakır: belirtilen belirtenin yerine geçer ve biz şeylerin hakiki büyüklüğünü gördüğümüzü sanırız. Ama her belirtge olumsaldır, belirten ve belirtilen hiçbir ortak ögeye sahip değildirler, görsel uzam ve dokunsal uzam birbirinden tümüyle ayrıdır ve onlar kendilerinin temelini ya da özünü oluşturan uzama göndermezler. Molyneux''nün ''ışığa kavuşmuş bir doğuştan kör önüne yerleştirilen nesneleri tanıyabilecek mi, bir kübü bir küreden ayırt edebilecek mi, şeyleri uzaktan tanıyabilecek mi?'' sorusuna hayır diye cevap vermem uygun olacaktır. Dünya parçalanmış durumdadır.”

Gözleri açılan küçük kızın anne, baba ve kardeşlerini “ilk kez” gördüğü zaman tanıyamaması, kimin kim olduğunu onlara dokunarak çıkartmasının açıklaması buydu işte…

13 yıl önce
Fehim Taştekin"den bir hikaye ve Berkeley
Ölüme sebebiyet ve köstebek öldürmek
Katılım bankalarındaki çeşitli işlemler ve kart
Siyasette yumuşama: Mümkün mü?
Genç kimdir?
Başkan Erdoğan soykırım davasının müdahili olarak ABD’ye gidecek mi?