|
Kendimizi aldatmayalım

"Malatya vahşeti" ajanslara düştüğünde internetin başındaydım, Ölenler arasında bir Alman''ın olduğunu da geçiyordu haber siteleri ve gazetelerin internet sayfaları.

Vahşetin "misyonerlik faaliyetleri"ni cezalandırmaya yönelik olduğu anlaşılmıştı.

Vahşice öldürülen (sonradan bu bilginin doğru olmadığı anlaşıldı) Alman''ın adı (bozuk bir imlayla olsa da) Martin De Lange olarak veriliyordu.

"Google" a girdim ve "Misyonerlik ve Malatya" yazdım. Bakalım kanlı bir cinayete sahne olan bu şehrimizin adı konuyla ilişkisi içinde önceden hangi çerçevede geçmişti.

Karşıma çıkan 19 Şubat 2005 tarihli bir sayfada Martin De Lange (fotoğrafı da var) konuşuyordu:

"Malatya''da son zamanlarda bazı gazeteler tarafından yayınlanan haber ve makalelerde misyonerlik faaliyetlerinin adresi olarak gösterilen Kayra Kitapevi''nin yetkilisi Martin De Lange, toplumun kendilerine karşı kışkırtıldığını ileri sürdü. Konu ile ilgili yazılı bir açıklama yapan Kayra Kitapevi yetkilisi Lange, ''Bazı siyasi parti temsilcileri ve bazı yetkililer, Hırıstiyanlık ve misyonerlik konusunda karşıt ifadeler kullanarak suçlamalarda bulunmaktadır. Bu ifadeler, T.C. Anayasası ve Ceza Kanunu''nda belirtilen ''din ve vicdan özgürlüklerine saygı ve toplumsal infial uyandırmaya yönelik kışkırtma'' ile ilgili kanuna aykırı bir durumdur. Malatya''da yaşayan Hırıstiyan ve yabancılara karşı açık bir kışkırtma yapıldığını vurgulamak istiyorum..."

Bu arada internet haber sitelerinde Malatya Valisi''nin şu açıklaması geçmekte: "Kitapevi korunmuyordu çünkü koruma telebinde bulunmamışlardı..."

Yani yine o bildik "şarkı"; Hrant''ın "göz göre göre" katledilmesi sonrasında mırıldanılan o bildik sözler..

Yahu daha neyin talebi? Lange, iki yıl önce "toplumun kendilerine karşı kışkırtıldığını" açıklamıyor mu?

Lange''nin açıklamasının devamı da önemliydi:

"Yasaların güvence altına aldığı bu konuda kişilerin aykırı davranma hakları söz konusu değildir. Son günlerde daha sık duyduğumuz ''misyoner'' kavramının yanlış anlaşılması konusunda kasıtlı bir ifade tarzı kullanılmakta, kelimenin ve yapılanların aksine yapanlar bölücülükle suçlanmaktadır. Doğru olmayan bu suçlamalar ile binlerce kişi zan altında kalmaktadır. Misyoner kelimesinin Türkçe''de kullanılan karşılığı tebliğdir. Tebliğ ise, kişinin sahip olduğu inancını diğer kişilere tanıtması ve anlatmasıdır. Tebliğ ya da diğer ismiyle misyonerlik, sadece Hırıstiyan inancının davranış şekli değil, Müslümanlık dahil birçok inancın da kullandığı bir uygulamadır. Burada önemli olan nokta kimsenin baskı altında tutulmadan tercihlerini kendi özgür iradeleriyle tercih etmeleridir...."

Lange''nin bu –yerinde- açıklamasının sonuna gelmiştim ki, ajanslara "Türkiye İmam Hatipliler Vakfı" genel başkanı Ahmet Ağırbaşlı''nın açıklaması düştü. Ağırbaşlı, saldırıyı şiddetle kınadıklarını belirttikten sonra şöyle devam ediyordu:

"Bu olay ne insanlıkla ne de İslamiyet''le bağdaşır. Her dinin mensubu aynı zamanda kendi dininin misyoneridir. Kendi dinini anlatması ve bunu yaymak istemesi kadar doğal bir şey yoktur. İslamiyet''te de tebliğ diye bir kavram vardır ki, bunun Hrıstiyanlık''taki karşılığı da misyonerliktir. Dolayısıyla her din mensubu kendi dinini anlatmak, yaymaya çalışmak hakkına sahiptir...."

Görüyorsunuz; meselelere akıl ve mantıkla bakılınca doğru sonuca varabilmek için farklı dinlere mensup olmak önemli değil... Lange ve Ağırbaşlı, burada aynı düşüncedeler. Haklısınız, tek başına "akıl ve mantık" yetmez, belki daha da önemli olarak vicdansızlar karşısında bu erdemin savunucusu olmak da gerekir.

Nihayet günün akşamında olup biteni açıklamak için ekranda İçişleri Bakanı göründü. O İçişleri Bakanı ki, "göz göre göre" gerçekleşen Hrant cinayetinden sonra inanılmaz bir "pişkinlik" içinde koltuğunu muhafaza edebiliyor.

İçişleri Bakanı, önemli hemen hiçbir bilgi vermeyen konuşmasını tamamlayınca, gazetecilerin "soruşturma"ya ilişkin sorularına muhatap oldu. İşte, eşi benzeri görülmemiş bir "skandal" da tam burada patlak verdi. Şöyle yani:

İçişleri Bakanı başladı gazetecilere "ironik" yanıtlar yetiştirmeye... İnanılır gibi değil; misyonerlik yaptıkları için üç kişi henüz birkaç saat önce "boğazlanmış", ama Bakan bey "espiri" yaparak gülümsüyor... Ardından gülümseme gülmeye dönüştü... Çok şaşırtıcı bir biçimde gazeteciler de başladı gülüşmeye... Sanırsınız ki, İçişleri Bakanı "Malatya vahşeti" hakkında bilgi vermeye değil de bir "stand-up" gösterisine çıkmış...

Bu görüntüleri hiç mi hiç hafife almamak gerekir... Bu görüntüler, bu kanlı olayın Bakan tarafından nasıl bir "hassasiyet" ile algılanıp değerlendirildiğirni çok iyi anlatıyordu.

Peki ya sonrası?

Yarın devam ederiz...

17 yıl önce
Kendimizi aldatmayalım
İhracatta Türkiye
Neden Şimdi?
Tevhid risalesi yazan Milli Eğitim Bakanı
Bir Başka Mesele: Kadın ve erkeğin ince ayarları bozuldu
Omelas’ı bırakıp gitmeyenler..