|
Kevin Bates de "yargı"dan şikayetçi

Önceki gün gazetelere düşen bir haberden iki taraftarı 2000 yılında İstanbul''da öldürülen Leeds United kulübü başkanı Kevin Bates''in "Türk Yargısı"na yönelttiği ağır eleştiriyi okuyunca "bu konuyu da bir yazı konusu olarak araya sıkıştırayım" dedim kendi kendime…

On yıl öncesinin bu dehşet verici olayını hatırlatmaya gerek yok herhalde. Söz konusu kulüp başkanının 10 yıl sonra hatırlattığı husus, Galatasaray ile İstanbul''da yapacağı maç öncesinde öldürülen iki taraftarının niçin –hâlâ- cezalandırılmadıklarıydı. Kulüp başkanı, cinayetlerle ilgili kimsenin cezaevinde olmadığını hatırlattıktan sonra –tabii olarak- sözü Türkiye-AB ilişkilerine getirerek "Avrupa''daki adalet kavramını hâlâ özümsememiş olan bir Türkiye''nin AB üyesi olamayacağını" söylüyordu.

"Futbol adına" işlenmiş bu cinayetlerin sadece "Türk Yargısı"nı değil, "Türk Medyası"nı ilgilendiren önemli bir sayfası olduğunu da hatırlıyorsunuzdur. İşin bu faslını da, Kanat Atkaya''nın (Hürriyet) "Two Size başlığını kim atmıştı acaba" başlıklı eski bir yazısında yer alan şu satırlarla analım: "Galatasaray''ın UEFA Kupası''nı aldığı sene Leeds Unitad''ı 2-0 yendiği maçı hatırlayın. İstanbul''da iki İngiliz taraftar öldürülmüştü. Bu olayı Star Gazetesi bir gol sevinci, bir de kavga fotoğrafı eşliğinde hangi başlıkla vermişti hatırlıyor musunuz? Two Size!.."

Benim önceki gün okuduğum haberi köşeme taşıyınca söyleyeceklerim aşağı yukarı bundan ibaretti. Çok parçalı bir yazının bir notu olarak. Bu notu şöyle bitirmeyi de tasarlamıştım: Leeds United kulübü başkanının bu ağır eleştirisine ilk cevabı "Two Size" manşetini atan manşetçi ve o manşetin yer aldığı gazetenin o zamanki genel yayın yönetmeni versin!

Böyle bir şey tasarlamıştım.

Milliyet gazetesinden Semiz İdiz''in "Kamu diplomasisi Leeds United sorunu" başlıklı dünkü yazısını önüme koyunca, konuya bir başka açıdan nasıl yaklaşılabileceğinin iyi bir örneği ile karşılaştım. İdiz, kulüp başkanının açıklamasını aktardıktan sonra şöyle yazıyordu:

"Konu futbol olduğu için İngiltere''de milyonlarca kişi de bu sözlere kulak veriyor. Bates''e ''sen önce kendine bak'' diye anında kestirip cevap verilebilir tabii. Genelde yaptığımız da budur. Fakat bunun kamu diplomasisi açısından bir değeri yok. (…) Sonuçta Batı''ya kamu diplomasisi yoluyla medeniyetimizi tanıtacaksak, önce Batı medeniyetinin ''Mea Culpa'' (''suçluyum'' veya ''günahkârım'' olarak çevrilebilir) kavramını niçin en büyük erdemlerden saydığını anlamamız gerekiyor."

İdiz''in Türkiye''nin "kamu diplomasisi"ni geliştirmek yönünde adımlar attığı şu günlerde bu amaca yönelik "neler yapılmalı-nelerden sakınılmalı" ana fikri etrafında kaleme aldığı bu yazının "Two Size"ı ilgilendiren bölümü böyle.

Yazarın "kendimizi tanıtamıyoruz" şikayetimize deva olması amacıyla oluşturulmaya çalışılan "kamu diplomasisi"nin nasıl bir şey olunca işe yarayacağına ilişkin –gençlik döneminin deneyimlerinden örnekleriyle desteklenmiş- diğer önerileri de önemli. Bu örneklerden birisi özellikle "öğretici". "Gece Yarısı Ekspresi"nin Türkiye''nin "imajını alt üst ettiği" bir dönemde İdiz''in de öğrencisi olduğu Dublin Üniversitesi''nde Yavuz Özkan''ın "Maden" adlı filmi gösterilir. İdiz, bu filmin gösteriminden sonra "İrlandalı dostlarımız, ''demek ki işçi sorunlarınızla, sosyal adaletsizliklerinizle bizim gibisiniz'' demeye başladılar" diyor. Bu yorumlar tabii ki olumludur, çünkü Türkiye''nin de sorunlarıyla-konularıyla "bu dünya"dan bir ülke olduğunun anlaşılmasına hizmet etmektedir. Ama ne mümkün! Semih İdiz, bu izlenimlerini –mahalli katip olarak görev yaptığı- Dublin Büyükelçisine aktarınca şu cevabı alır: "Bana komünistlerin filmlerini getirtemezsin. İstersen güzel İstanbul manzaralı Türkan Şoray filmi falan getirelim." (Değerli sanatçı Türkan Şoray''ın bu işte bir günahı olmadığını hatırlatmayı unutmayalım.)

Yazıya son noktayı kaymadan, Milliyet yazarının biraz önce sözünü ettiği "Mea Culpa" kavramına ilişkin küçük bir itirazımı da dile getirmek isterim: "Mea Culpa" (suçluyum) kavramının, bazı filozofların söylediği gibi, bir ülkenin geçmişinde yatan kötülükleri hatırlarken kullanılması uygun değil sanki. Bizi daha çok "moral" düzleme davet eden bu kavramın yerine tamamen "politik" mahiyette olan "kolektif sorumluluk" kavramının kullanılması daha yerinde değil mi?

Bu önemli ayrım da bir başka yazının konusu olsun.

14 yıl önce
Kevin Bates de "yargı"dan şikayetçi
Siyasette yumuşama: Mümkün mü?
Genç kimdir?
Başkan Erdoğan soykırım davasının müdahili olarak ABD’ye gidecek mi?
Özgürlüğün otoriterliği karşısında Filistin taraftarı öğrenciler
Gazze ışığında üniversitenin misyonu