|
Peki mânâ yolcusu bu entelektüel seferberlik çağrısının neresinde?

İpuçlarını izlemek, peşinde olduğun hedef varsa anlamlıdır. Evet felsefeden, tarihten, sosyolojiden veya psikanalizden insana bakanlar için çok klişe olacak ama yine de söyleyelim: İnsan olma gayretindeyseniz, nereden gelip nereye gittiğinizi bilmeniz tam kapasite bir seyr ü süluk gerektiriyor. Ki vahdet yolcusu, tevhid edebildiği ölçüde anlayacaktır maneviyatının iç yüzündeki dipsiz mânâları.


Şekilde, sıfatta, eylemde takılıp kalmayacak, “bana seni gerek” diyerek devam edecektir. Ta ki ne sen kalsın geriye ne ben! Hazreti Peygamber “Allah vardı ve onunla birlikte başka bir şey yoktu” dediğinde, nasıl da müthiş bir vahdet şuuruna yönlendirmiştir Ali’yi.

O da Hallac’ın dediği gibi “görünce Rabbimi gönül gözüyle dedi kimsin sen, dedi senim ben” sözlerini kanıtlamış olduğundan, “elan böyledir” diyerek Hz. Peygamberi (sav) onaylamıştır. Evet elan, Allah vardır ve O’nunla birlikte başka bir şey yoktur. Fakat bunu felsefecilerden farklı olarak, elindeki davayı hayatıyla, vücuduyla, tavırlarıyla, yaşantısıyla ispat edebilen bir aşık olmaksa hedefimiz, Muhammed kavramı isminin mânâsını her katmanda biraz daha aça aça... Müsemmaya bizi ulaştıracaktır.

***

Kendi içimizdeki sırdan haberdar ola ola, alemlerden içre aslımızla buluşma yolculuğu bu! Öncelikle bunu talep etmekle başlıyor. Ama şakası yok. Bir kez kulağına kar suyu kaçanın, sorumluluğu artıyor.

Elimizdeki yegane sermaye aşk. En büyük ipucu. Biz mânâ diyoruz, hedefe yönelik yol üzerindeki alametlerimize bakıp, tabir etmeye çalışıyoruz. İpuçlarını izleye izleye mânâ yolunda elbette alametler cüz cüz gelse de, bütünü kendinde. Zaten hep ‘kendi’ sadece. Bize gösterdiği her mânâda O. Bizzat Kendi!

Bunu bilmeye, kanıtlamaya çalışıyoruz yolcular olarak. Aslımıza kavuştuğumuzda, Hakka karıştığımızda, O’nda fena bulduğumuzda, “Sen çıkarsan aradan kalır seni yaradan” merhalesi gerçekleşmiş olacak.

Bize Kuran’ın Zat sırrını tercüme eden İbn Arabi’nin Füsus’unda anlattıklarıyla, Mevlana’nın Mesnevi’de söyledikleriyle, Yunus’un şiirlerinden Mısri’ye, onlarca yüzlerce binlerce on binlerce hazretin insan olma yolculuğunun aynasında, gerçeğini kendi diliyle yazdırana dek. Evet, ferdî bir hakikat insan olma ameli.

Peki biz bugün devletin içine cemaatlerini sızdırmaya çalışan dini topluluklarla, şekil Müslümanlığına razı gelen şeyhlerle, canlı yayınlarda ilmî polemiklerle, mahalledeki çevredeki sivil toplumdaki ‘dindar’ kadroları doldurma amacıyla tevhidi nefsimizde ispat edebildik mi?

***

Hakikat, ki kalp içinde Zâtı insan olabilenin emanetidir, mürşid-i hakiki ile ona tabi olan müridi arasındaki sırda yaşanılıyor. Ta ki sonra gelen öncekini yuta yuta, birleşme, o olma, bir olma yolunda... Nefsini emmare seviyesinden safiye / kamile makamına yükselterek Kuran’da bahsedilen yedi makamı tekmil ederek ola ki insan olmaya hak kazanalım.

Bütün bunlar sonsuza dek iç içe geçmiş halkalar gibi şeriatın içinde tarikatı, onun içinde hakikati marifet yoluyla bilmekten geçiyor. Mânâların kabuğunu soya soya, ta ki kendimiz mâna olalım. Ki “nefsini bilen Rabbini bilir” sırrının emanetçisi olabilelim.

Emanet ehline verilmezse ne oluyor? Velayete gelmemiş, bir silsile ile kaynağına bağlanmamış bir lidere ‘post’ denilerek tapılmasıyla ortaya eciş bücüş yapılanmalar ve kibir dolu benlik toplulukları çıkıyor.

Bu kadarla da kalmıyor, eline silah alarak önüne geleni şeyhim buyurdu diyerek kesip biçenler, bize bir lider yeter denilerek siyasi liderini sabote etmekle mesaisini harcayanlar, cemaatinin menfaatini kollama ameliyle Muhammed’deki ferdiyyet sırrından bihaber, dini tekelinde tuttuğunu sananlar... Her devirde geliyor, geçiyor. Yine geliyor.

***

Bugün dindar nesiller yetiştirmekten bahsediyorsak, bunu mahalleler ideolojiler hayat tarzları veya cemaatler üzerinden bir ölçü belirleyerek yapamayız. Yapmaya kalktığınızda tek partili dönemin oluşturmaya çalıştığı tektip insan modeli gibi başka tip bir prototipe ulaşırsınız en fazla.

Velayet sırrı kalpten kalbe emanet edilir. Taliplerinin tek hedefi insan olmak. Varını yağmalata yağmalata, yokluğa talip olanlar, “Allah vardı ve onunla beraber başka bir şey yoktu, elan da böyledir” gerçeğini idrake adaydır. Canının bile benliğine ait olmadığının şuuruyla dirilmeye niyetliler için, “canım sana feda olsun ya Resulullah” sırrını ispat eden bir Ali olmaktır hedef. Amaç bu şekilde velayet ehlinin, hak dostlarının, arif ve velilerin sayısını arttırmak.

Bunun sayısı arttığında bahçedeki bütün güller farklı kokar, aynı kitapları okuyarak, aynı konferansları dinleyerek aynı müfredatı izleyerek toplu irşad olunamaz. Toplu sanatçı da olunamaz. Toplu aşık da olunamaz.

Böylesine bir ferdiyyet şuuruyla donananların sayısı arttığında, toplumda tevhidi / adaleti gerçekleştiren fertler çoğalır. Elbette toplumu adalet üzere yönetenlerin de sayısı artar, eserleriyle aşkın kemâlini gönüllere nakşeden sanatçıların sayısı da. Entelektüel seferberlikten, kültürel hamlelerden dem vuranlar için âcizâne, seksen sekizinci hatırlatma niyetine kabul edin.

#Mana
#Edebiyat
#İslamiyet
#Entelektüel
7 سال واپس
Peki mânâ yolcusu bu entelektüel seferberlik çağrısının neresinde?
Selçuklu mayası, Osmanlı ruhu ve hakikat medeniyeti soluğu
Kıbrıs notları
Ve gelecek geldi: Sadece “alo” diyecektik değil mi?
Vatana hizmet tertibinden maaşa bağlanan şâirimiz
Netanyahu soykırımı Batı Şeria’ya taşırıyor