Ramazan ayı gelince TV kanallarına pek çok ilahiyatçı, diyanet görevlisi, vaiz v.b. gibi sahası DİN olan pek çok kişi davet edilirler. Kendilerine sorular sorulur onlar da cevaplamaya çalışırlar. Sahabenin, Hz. Ali’nin, Mevlana’nın nasıl oruç tuttukları sorulur, onlar da anlatırlar. Geçmiş zaman Ramazan’ları anlatılır. Enderun Teravihi’nden bahsedilir. İftar çadırlarına canlı bağlantılar yapılır v.s. Aklı başında, ciddi ilim adamları da yer alır bu programlarda bir adamını bulup kendini ekranlara
Ramazan ayı gelince TV kanallarına pek çok ilahiyatçı, diyanet görevlisi, vaiz v.b. gibi sahası DİN olan pek çok kişi davet edilirler. Kendilerine sorular sorulur onlar da cevaplamaya çalışırlar. Sahabenin, Hz. Ali’nin, Mevlana’nın nasıl oruç tuttukları sorulur, onlar da anlatırlar. Geçmiş zaman Ramazan’ları anlatılır. Enderun Teravihi’nden bahsedilir. İftar çadırlarına canlı bağlantılar yapılır v.s. Aklı başında, ciddi ilim adamları da yer alır bu programlarda bir adamını bulup kendini ekranlara çıkarttıran şovmenler de..
Dost acı söyler. Dostlar kendimizi kandırmayalım. Bu din algısı ve sunumunun toplumda bir karşılığı kalmadı maalesef. Tesiri de yok. Hatta yanlış temsilden dolayı negatif tesiri bile var.
Kriminal sosyoloji diye bir ilim dalı var. Yani suçların işleniş şekillerine göre toplumsal analiz yapar. Kriminal psikoloji diye diğer bir saha ise suçlunun hangi psiko-patalojik hal ile bunu gerçekleştirdiğini araştırır. Bunların elde ettikleri sonuçlara göre siz de söz konusu toplumun değerler hiyerarşisini, insana, hayata, diğer canlılara ve kutsala yönelik tavır alışlarını anlarsınız. Hatta bunlara bağlı olarak incelik, nezaket, hoşgörü gibi yüksek medeniyet kriterlerini dahi tesbit eden yaklaşımlar var. Artık Gelişmişlik Endeksleri salt ekonomik parametrelere bakmakla yetinmeyip bunun gibi pek çok “seviye” faktörü ölçümlerini de değerlendirmeye tabi tutmaktadır. Hatta turizm stratejilerini belirleyen kuruluşlar gidilecek ülkelerin bu seviyelerini belirtip yönlendirmeler yapmaktadırlar. Hasılı meselenin çok fazla boyutu bulunmaktadır.
Ramazan ayında kendimce bir medya taraması yapayım istedim ve yukarıdaki bu bilimsel araçları kullanarak bir analiz yapmaya çalıştım. Ürktüm dostlar…
Bizler TV kanallarında vaaz edip edip dururken toplumda neler olup bitiyordu biliyor musunuz? Ödemiş’te bir kadın fidye almak için kaçırdığı gül gibi bir küçük kızı kafasını parçalayarak öldürdü. Birkaç gün sonra az ileride, İzmir’de yaşlı iki karı koca sahur vakti hunharca katledildiler. Daha önceki günlerde Bolu’da iki otobüs muavini bir özürlü erkek vatandaşı kaçırdılar, tecavüz ettiler, işkence ettiler, üzerinde sigara söndürdüler, sonra da vahşice katledip cesedini ormana attılar. Şu mübarek günde vicdanınız elvermiyorsa şimdi aktaracağım o haberin devamını lütfen okumayınız. Gidiniz secdede ağlayınız… Çocuklarınıza da okutmayınız… Okuyacak olanlardan da peşinen özür dilerim. Ama gazetelerde yer aldı bir kere. O masumu vahşice katleden iki katilden birisi olaydan tam 17 gün sonra tekrar ormana giderek cesede bir kere daha tecavüz etti. Dostlar içinizden birisi bana bunu izah edebilir mi acaba? Öldürülüp bir kenara atılan kadınlar, çöp bidonlarından toplanan kürtaj parçaları, tecavüze uğrayan küçük çocuklar (üstelik bazıları dini kuruluşlarda), yine tecavüze uğrayan hayvanlar, pompalı tüfekle öldürülen yunuslar v.s.
Bu naklettiklerim sadece bir ay içerinde, o da mübarek Ramazan ayı içerisinde gazete haberlerinden yaptığım araştırmanın sonuçları. Tabii ki bu haberler ön sayfayı tamamıyla kapatan siyaset dünyası haberleri ile en arkadaki bazen üç sayfayı kapatan spor haberleri arasında kenarlara sıkışıp kalmış haberler. Belki çoğunuz okumadınız bile. Üstelik adli makamlardaki kayıtlara da bakmış değilim. Yani gazetelere yansımayan daha neler oldu kim bilir? Dahası adli makamlara da yansımayan daha ne vahşilikler, zulümler olmuştur, Allah bilir.
Milli Güvenlik Kurulu diye bir yapı var. Kendince devleti tehdit eden yüksek tehlikeler için toplanır. Bana göre bu arzettiğim konu tam bir MGK’lik konu. Değerler manzumesi çökmüş toplumlar fiziken de ayakta duramazlar. Evrensel kanundur: Ruh ölünce beden de ölür.
Diğer taraftan yeni sezonda yayınlanacak bazı dizilerin fragmanları bile kan, işkence, adam kaçırma, kız kaçırma, liseli kızların birbirlerine bıçak saplamaları motifleri dolu. Ve üstelik muhafazakar olduğu iddiasında olan bazı kanalların dizileri bile böyle. Yine bir tv kanalı yıl boyu sürdürdüğü kalitesiz yayınlarını iftar saatinde dahi hapishane kaçkını bazı alt seviye zümrelerinin en mübtezel göbek havalarını göstererek sürdürdü. Bu bir kültür dayatmasıdır. Sizin kültürünüz ancak budur demek ister gibiler. Kimlere kaldık Ya Rabbi! Kahrolmamak elde değil.
Tarih temalı diziler dahi sırf kafa koparma, ekrana kan sıçratma efektleri dolu.. Diziler aksiyon ister diyeceksiniz ama şunu da unutmayın insanlık da huzur ister. Ülkemin insanı çok yorgun, huzur ister.
Yedi asırlık bir medeniyette İznik Medreseleri kuruldu, Selimiye, Süleymaniye Camileri inşa edildi. Galib Dede dergahında Hüsnü yani Güzelliği anlattı, arkadaşlarıyla zikirler çekti, Hay’lar Hû’lar arşa yükseldi. Itri besteler yaptı. Kazasker Mustafa İzzet kağıda, taşa, tahtaya şaheserler çizdi. Sultan (mesela III. Murad) muhteşem şiirler yazdı. Devrin şeyhleri bu şiirleri şerh etti vs. Normal hayat buydu ve bu esastı. Yani her zaman esas olan barış ve huzurdu. Savaş ise ârızi idi. Kaçınılmazdı ama devamlılık ona ait değildi. İstenen bir şey de değildi üstelik. Tamamlandığında işi biten bir işlevdi.
Geleneğimizde bir vefatın ardından tutulan taziye bile 3 gündür. Niye biliyor musunuz? Devam eden bir hayat var. Ona dönün. Menfi bir psikoloji, karamsar yapı devamlılık verilecek bir değer değildir. Başa gelirse de bir an evvel unutulmaya çalışılır. Balkan trajedilerini yaşayarak hicret eden büyüklerimin bizlere yaşadıklarını anlatmamaları gibi. Sorduğumuzda aldığımız cevap hep: “Hadi dersinizi çalışın ne olduysa oldu size ne?” demeleri olmuştur.
Fakat modern dünyanın film endüstrisi, medyası güzelin, iyinin, normalin görselleştirilmesi üzerine kurulu değildir. Aykırının, kötü adamın, anormalin görselleştirilmesi daha dikkat çeker diyerek bu istisnai ve hastalıklı halleri normal ve kabul edilebilir durumlar haline getirdiler. Bunun toplum psikolojisinde yol açtığı hasarlar maalesef gözden kaçırılıyor.
Her sahada olduğu gibi Türkiye’nin toplum psikolojisi de laik – dindar sert ayrımının altında mahvolup gidiyor. Din, bir taraftan bazı selefi ve modernist ilahiyatçıların elinde teolojik olarak manevi eğitim vasfından çıkarılırken diğer taraftan maneviyat karşıtı laikler elinde siyaseten külliyyen mahkum ediliyor. Sonuçları aynı olan bu müdahelelerle Din, tasavvufun geçmişte icra ettiği gibi bir yaygın eğitim modeli, bir kamil insan yetiştirme modeli olmaktan çıkıp bir ideoloji haline indirgeniyor. Bu iki gurubun yarattığı kaotik durumdan da “Kötülük Prensi” istifade ediyor ve bir afet gibi toplumun ruhunu karanlıklara doğru çekiyor.
Ramazan’ın diğer bir veçhesinden size gerçekçi tespitler naklettiğim için bana kızanlarınız olabilir. Olsun varsın. “Bu Çocukların Niye Öldürüldükleri Bize Sorulduğu Zaman” (Tekvir,9) ne diyeceğiz siyasiler, hocalar, şeyhler, laikler, Kemalistler ve bilcümle zevât-ı kiram? Esas onu düşünün…