|
İmparator Marcus

Tarihte pek çok kral sadece bir icra vazifesi yapmanın çok ötesinde yüksek irfan ve hikmet konuları ile de ilgilenen kimseler olmuşlardır.


O kadar ki bazıları filozof sayılacak düzeyde metafizik yorumlar getirmiş kimselerdir. Çünkü onlara göre siyaset ve idare sanatı ancak “Kendini bilme” yüksek ilminin bir alt dalıydı. Kişi kendini ne kadar tanırsa o kadar iyi bir siyasetçi olabilirdi. Varlık görüşü olmayanların “mülk âlemi ve idaresi”ne dair bir vizyonu da olamazdı. Bundan dolayı da Platon’un o meşhur; “Ya Filozoflar Kral Olmalı veyahut Krallar Filozof Olmalı” sözünün üzerinde çok düşünürlerdi.

Geleneksel dönem İslam toplumları yöneticileri ve hususen bizim tarihimizin yöneticileri içerisinde böylesi bilge kimseler de az değildi. Fakat bizim modern tarihçilik mesleğimizin daha çok olayların kaydının tutulmasıyla (vakavünis) ilgilenmesi ve düşünce tarihçiliği, felsefe tarihçiliği, din tarihçiliği gibi sahalardan uzak olması meselenin yukarıda bahsettiğim yönünü ihmale yol açmıştır. Bizdeki Selçuklu ve Osmanlı tarihçilerinin ihtisas alanı olarak ya iktisatçı, iktisat tarihçisi olmaları veyahut hukukçu, fıkıhçı olmaları ister istemez sadece fiziksel yapılar, müesseseler üzerinde yoğunlaşmalarını sağlamıştır. Bu bakış açısının tabii bir uzantısı olarak da para vakıfları, kapıkulu ocakları v.b gibi pek çok kurumun tarihi vesikaları üzerinde yapılan çalışmalar ve neşriyat daha fazladır. Sadece ve sadece üretim ilişkileri bağlamında tarihi değerlendiren kişi, bir ilahiyatçı bile olsa o çalışmasını Marksist tarih tezinden öteye geçiremez.

Fatih’in Molla Cami’den istediği kitap, kendisinin de katıldığı metafizik sohbetler, III. Murad’ın Futuh-ı Sıyam kitabında ve Divan’ında ele aldığı konular hem ne kadar bilge kral olduklarını gözler önüne sermekte ve hem de devletin felsefesini yansıtması açısından çok mühim noktalar ihtiva etmektedir. Belki günümüz tarihçileri konunun bu yönüne ilgi duymayabilirler ama mesela III. Murad’ın şiirlerinde ele aldığı metafizik konuları dönemin 6-7 şeyhi açıklamakta zorlanmışlardır.

Üstelik imparatorluğun böylesi felsefi kazanımlarından uzaklaşmak günümüz Türkiye’sinin başta Doğu Anadolu problemi olmak üzere pek çok sorununun da kaynağını teşkil etmektedir.

Neyse, yazımın başlığında zikrettiğim isme dönecek olursak Roma İmparatorluğu’nun bilge krallarından birisi de bilindiği üzere Marcus Aurelius’tur. Bugün size ondan bazı görüşler nakletmek istedim. Defalarca okusam sıkılmayacağım bir düşünür ve bir kral. Başta yöneticilerimiz olmak üzere, yüksek ilimlere merak duyan gençlere, falanca tekkede kendimi tanımaya çalışıyorum diyen dervişlere, insanlara vaaz u nasihat veren imam kardeşlerime, medresede, Kur’an kursunda okuyan kardeşlerime, hasılı herkese Marcus Aurelius’un, KENDİME DÜŞÜNCELER kitabını okumalarını, sonra bir daha okumalarını tavsiye ederim..

Diyor ki:

Âlemin varoluşunu bilmeyen, kendisinin de nerede olduğunu bilemez. Âlemin hangi amaçla var olduğunu bilmeyen kendisinin kim olduğunu da, dünyanın ne olduğunu da anlayamaz. Bu şuura ermeyen kimse kendisinin doğada ne amaçla var olduğunu da bilemez. Öyleyse kendinin kim olduğunu ve nerede bulunduğunu bilmeksizin başkalarının alkışlarının peşinde olan kimseye ne demeli?

Sahip olduğun az bir zamanı iyi değerlendir, kendini tanımak için kullan. Gelecekte de sürsün istedikleri bir ünün peşinde koşanlar gelecek nesillerin de tıpkı bugünkülerden farklı olmayacaklarını ve de onların da ölümlü olduklarını bilmeliler. O zaman senin hakkında söylenenlerin ne önemi var, niye bu kadar önem veriyorsun.. Geç bunlardan…

Her şeyden evvel sıkılma, kaygı duyma. Çünkü her şey âlemin doğası ile uyum içerisinde gerçekleşmektedir. Kısa zaman sonra sen de bir hiç olacaksın.. Öyleyse kendinle, özünle ilgili olana yönelt bütün dikkatini. Amacının iyi, kamil bir insan olmak olduğunu hatırla. Sonra insan tabiatının gerektirdiği şeyleri taviz vermeden yerine getir. Her zaman sana doğru gözükeni söyle, lakin bunu cesaretle, ama mütevazice ve gösterişsiz bir şekilde söyle.

Topraktan gelen toprağa döner. Semavi bir tohumdan filizlenen ise göklere..

Maddi olan her şey kısa zamanda bozulur ve evrensel öze karışır. Hayatın temel ilkeleri ise ölmez.

Her şey birbirine bağlıdır. Onları birbirine bağlayan kutsal bir bağ vardır. Birbirine yabancı olan aslında hiçbir şey yoktur. Her şey yerli yerinde birbiriyle ilişkili olacak şekilde düzenlemiştir ve birlikte âlemin ortak düzenini oluştururlar. Öz tektir, yasa tektir, düşünen bütün varlıklarda ortak olan akıl tektir, Hakikat tektir.

Eyvallah…

#İmparator
#Marcus
6 yıl önce
İmparator Marcus
‘Ve toprak bağırmadıkça kesilen bir kurban gibi’
İngiliz Yahudi medeniyetinin ölümü kimin eliyle olacak?
Ey iletişim!..
Sıkılaştırmanın reel kesim üzerindeki etkileri giderek belirginleşiyor!
Soykırımcıya ayakta alkışlar kime yarar?