|
Kur’an Nasıl Bir Kalp ile Okunmalı?-6

İmam Gazzâlî’nin (ö. 505/1111), muhalled eseri İhyâ’nın birinci cildinde yer alan “Tilâvetin Bâtınî Amelleri Üzerine” isimli bölümdeki madde başlıklarından esinlenerek yazmaya çalıştığımız yazı serimize devam ediyoruz.

6. Anlamaya Engel Teşkil Eden Şeylerden Uzaklaşmak (Tehallî an Mevânii’l-Fehm):

Gazzâlî’ye göre, insanlar çeşitli sebepler dolayısıyla Kur’an’ı anlamaya muvaffak olamamaktadırlar. Ona göre Kur’an’ı anlamaya engel olan başlıca dört şey şunlardır:

a. “Kur’an okurken, harfleri düzgün bir şekilde mahreçlerinden çıkarabilme telaşına kapılmak. Şeytan, Kur’an okuyan kişiye vesvese vererek, harfleri mahreçlerinden düzgün çıkarmadığını söyler. Kişi, bununla uğraşayım derken, Kur’an’ın manasına odaklanmayı unutur.” (İhyâ, I/397-398).

Gazzâlî’nin, Kur’an’ı anlamaya mani olan ilk husus olarak, harflerin mahreçleriyle obsesyon derecesinde ilgilenip oraya takılmayı zikretmesi manidardır. Şurası muhakkaktır ki, Kur’an lafzı ve manasıyla bir bütündür. Lafzını tilâvet etmek ayrı bir güzellik, manasını tefekkür etmek de ayrı bir güzelliktir. Lafızda takılı kalıp manayla ilgilenmemek, ciddi bir nasipsizliktir. Bakara Suresi’nin 78. âyetinde, Yahudiler içinden bir zümrenin, Tevrat’tan bîhaber olup okuma-yazma bilmeyen (ümmî) câhillerden oluştuğu veya Tevrat’ı içindeki hükümleri anlamadan, üzerinde kafa yormadan sadece kuru kuruya okumakla meşgul oldukları zikredilmektedir. Burada başta sahâbîler olmak üzere, bütün Müslümanlara şöyle zımnî bir uyarıda bulunulduğu anlaşılmaktadır: “Yahudilerin hatalarından birisi de Tevrat’ın hükümlerinden habersiz olmaları, Tevrat’ın manasıyla ve mesajıyla meşgul olmayıp onu sadece anlamadan okumakla meşgul olmalarıdır. Siz onların düştüğü bu hataya düşmeyin. Kur’an’ın mana ve mesajından bîhaber olmayın, onun lafzını okumayı önemseyip mana ve maksadını anlamayı ihmal etmeyin”. (Mahmut Ay, Kur’an Kıssalarını Sîret Bağlamında Okumak, s. 359). Nitekim rivâyetlerden, sahâbenin Kur’an’ın bu mesajını iyi özümsedikleri ve onun lafzı kadar mana ve maksadını da anlamaya çaba gösterdikleri anlaşılmaktadır. Meselâ Hz. Ömer, hilâfeti zamanında, Kur’an’ın yalnızca lafzını ezberlemekle meşgul olup manasını öğrenmeyen talebelerin burslarını kesmiştir. Bu konuda şöyle bir rivâyet zikredilir: “Ebû Musa el-Eş’arî, Hz. Ömer’e o yıl Basra’da birçok insanın Kur’an’ı ezberlediğini yazdı. O da kendisine onlara maaş bağlamasını yazdı. Ebû Musa, ertesi yıl, bunun kat kat üstünde insanın Kur’an’ı ezberlediğini Hz. Ömer’e yazdı. Hz. Ömer, ona şunu söyledi: Onları kendi hallerine bırak, insanların Kur’an’ı ezberlemekle meşgul olup onun hükümlerini öğrenmeyi terk etmelerinden korkuyorum.” (Kettânî, Hz. Peygamber’in Yönetimi -et-Terâtîbu’l-İdâriyye-, III/95).

Kur’an’ın lafzında, melekût âleminin ruhâniyetini aksettiren lâhûtî bir tınının olduğu muhakkaktır. Güzel bir Kur’an tilâvetinin, dinleyici üzerindeki tesiri çok yüksektir. Merhum Aliya İzzetbegoviç, bu konuda ilginç bir anısını paylaşır. Kendisinin de katıldığı büyük bir uluslararası kongrede okunan Kur’an’ın dinleyiciler üzerindeki muazzam etkisini detaylı bir şekilde anlatır. (Bk. Aliya İzzetbegoviç, İslami Yeniden Doğuşun Meseleleri, s. 134-135). Netice itibariyle en doğrusu, Kur’an’ı güzel okumak ya da güzel Kur’an tilâvetleri dinlemekle yetinmeyip, onun manalarını düşünmeyi ihmal etmemektir.

b. Bazı insanlar; bir mezhebi körü körüne taklit eder, düşüncelerini o mezhebin görüşleriyle sabitler ve dondurur, basiret ve müşâhede olmaksızın sadece o mezhepten duyduklarına taassup derecesinde sımsıkı bağlanırlar. Böyle bir kimse; mezhebinde bağlandığı görüşün dışında bir görüş ve anlayışa meylettiği zaman, “taklit şeytanı” hemen ona musallat olur ve “Nasıl olur da atalarının mezhebine aykırı bir görüşe meyledersin!” diye ona vesvese verir. O da, hemen o görüşünden döner. (İhyâ, I/397-398).

Gazzâlî’nin, çağımızdan bin yıl önce, bir mezhebe körü körüne bağlanmanın Kur’an’ı anlamaya mani olduğunu sarkastik bir dille ifade etmesi çok anlamlıdır. Rasyonel düşüncenin egemen olduğu, her türlü sorgulamanın insanlar tarafından mübah görüldüğü, hatta teşvik edildiği bir çağda, “Aman, mezhebimizin hiçbir görüşünü sorgulamayın! Fazla düşünmeden kabul edin gitsin işte!” tarzındaki yaklaşımlar, marjinalleşmeye mahkumdur. Beğenelim ya da beğenmeyelim, çağımızın insanı her türlü dinî meseleyi sorgulamaya meyillidir. Eski cevaplar, onu tatmin etmemekte, yeni cevaplar üretilmesini beklemektedir. Zira aldığı eğitim, bunu gerektirmektedir. Eski nesiller ibadetleri “nasıl” yapacaklarını sorarlarken; yeni nesil “niçin” yapacağını sormakta, hatta sorgulamaktadır. İlkokul çağındaki çocuklarımız, bazen eskiden felsefe kitaplarında tartışılan soruları sorabilmektedir. Şu halde dinî eğitim almış kişilere düşen vazife, öncelikle yaşadığı çağı tanıyarak özgüvenli bir şekilde, geniş bir ufukla, inancımızın temellerini sarsmadan yeni fikir ve izahlara açık olmak ve toplumu bu şekilde aydınlatmaktır. Aksi takdirde, yenilenmeye kendini tamamen kapatmış olan katı ve kaba mezhepçilik, cemaatçilik ve tarikatçılık önce “çağdışı” olmaya, sonra da “tarih dışı” kalmaya mahkumdur.

Bu asrın insanı olarak Kur’an’ı sağlıklı bir şekilde anlamak istiyorsak, kendi çağdaş soru ve sorunlarımız ekseninde onu yeniden düşünüp yorumlamaya mecburuz. Kur’an’ın mesajlarını, asrımızın insanına ulaştırmak istiyorsak, muâsırlarımızın eğitim, kültür, anlayış ve alışkanlıklarının farkında olmak gerekir. Din dilinde, özellikle psikoloji ve sosyoloji gibi sosyal bilimlerin verilerini uygun bir üslupla kullanmak, artık bir zaruret halini almıştır. Bu hususta, Akif’in bir asır evvelki şu sözlerini ilke edinmek gerekir: “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı/Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı.”

c. Günahlarda ısrar etmek, kibirli olmak ve dünyaya meyletmek. Zira bunlar, kalbi karartıp paslandırır. Bu, aynen bir aynadaki pas gibidir. Nasıl ki aynadaki pas, görüntünün aksetmesine mani ise, kalpteki pas da Cenâb-ı Hakk’ın orada tecelli etmesine manidir. Manevî kirler, kalbin Kur’an’ı anlamasının önündeki en büyük perde ve engeldir. Nitekim Cenâb-ı Hak, Kur’an’ı anlamak için O’na yönelmeyi şart koşmuştur: “Allah’a yönelen her kulun basiretinin açılmasına ve ders almasına vesile olsun diye (bunları yaptık).” (Kaf 50/8), “Allah’a yönelenden başkası bundan ders çıkaramaz” (Ğâfir 40/13), “Ancak öz ve saf akıl sahipleri bundan ders çıkarabilirler.” Dünyayı âhirete tercih eden bir kişi, öz ve saf akıl sahibi olamaz. Böyle bir kişiye Kur’an’ın manaları asla açılmaz. (İhyâ, I/398-399).

Gazzâlî’nin yukarıda zikrettiği âyetlere ilâveten, şu âyeti de zikretmek faydalı olacaktır: “Yeryüzünde haksız yere kibirlenenleri, âyetlerimden uzaklaştıracağım.” (A’râf 7/146). Demek ki kibir, hem kevnî hem de Kur’ânî âyetleri anlamanın önünde büyük bir perdedir.

d. Sadece zâhirî tefsirleri okuyup; İbn Abbas gibi sahâbîlerden, Mücahid gibi tâbiîn âlimlerinden gelen rivâyetlerle yetinip Kur’an’ın bunun ötesinde başka bir mana derinliği ve ufku olmadığını zannetmek. Eski tefsir kitaplarında mevcut rivâyet ve yorumların dışında yapılacak her yorumu, Kur’an’ı kendi görüşüne/kendi kafasına göre tefsir etmek olarak değerlendirmek. (İhyâ, I/399).

Tirmizî Ahmed b. Hanbel, Efendimiz’den (sav) “Kur’an’ı kendi görüşüne göre tefsir eden kişi, cehennemdeki yerini hazırlasın!” meâlinde bir hadis nakletmişlerdir. Pek çok âlim, bu hadisi delil getirerek Kur’an’a yeni bir yorum getirmekten imtina etmiş ve bunun sakıncalı olduğunu belirtmiştir. Ancak Gazzâlî’nin de katıldığı çoğunluk; bu hadiste “kendi görüşü (re’y) ile tefsir etmek”ten maksadın “heva ve hevese uyarak, art niyetli bir şekilde âyetlerin manasını bilinçli olarak çarpıtmak” olduğu kanaatindedir. Onlar, belirli bir ilmî temele dayanan, gerekçesi ortaya konulan, iyi niyetli olarak ilim ehli tarafından yapılan yorumları meşru görmüşlerdir.

Kur’an’ı anlamamıza mani olan perdelerin kalkması, akıl ve gönül dünyamızda Kur’an’ın nurlu manalarının şavkıması niyazıyla…

#Ramazan
#Aktüel
#Mahmut Ay
1 ay önce
Kur’an Nasıl Bir Kalp ile Okunmalı?-6
Evet sokağa çıkamayacak hale geleceksiniz!
Batı’da İsrail spiritüel bir tutkuya dönüştürüldü...
Din savaşı
13 şehit
İstanbul’da bir Yemenli âlim: Abdülmecid el-Zindanî