|
Aydınların seküler cehennemi

Eskiden kralların, padişahların, valilerin tebdil-i kıyafet ile halkın arasında dolaştıkları bilinir. Medyanın ve iletişim araçlarının bulunmadığı daha arkaik dönemlerde bile, belli ki yöneticiler veya onların yerine gelmek isteyen rakipleri halkın tercihlerini yönlendirmeye çalışıyorlardı. Halkın ne düşündüğü her zaman önemli olmuştu. Bir kararın veya bir ayaklanmanın, en ilkel topluluklarda bile meşruiyetini halktan aldığı, buna ihtiyaç duyulduğu ortadaydı.

O nedenle halkın "önemsenmediği" geçmiş için dahi söylenecek bir tesbit değildir. Sorun, halkın ikna edilmesi ve nasıl düşünmesi gerektiğine dair süreçlerin kendisindedir. Bu süreçler nasıl işler, ne kadar adil ve şeffaftır? Meşruiyetin kaynağı olan halk ne türden bir muhasaranın altındadır? Objektif bilgi çeşitliliği ve dürüst bir rekabetin mi, yoksa belirli bir tarafın menfaatine yaratılan sahte algıların mı? Hele hele bu sahte algılar, Polonyalı edebiyatçı ve aydın Czeslaw Milosz"un (Çesvav Mivoş) tabiriyle "Doğruluk tohumundan büyütülen yalanlarla" koruma altına alınmışsa, halklar zorla yaptırma yöntemlerine nazaran çok daha korunmasız durumdadır. (Tutsak Edilmiş Akıl.)

İnsanlığa hükmetmek her zaman insanların akıllarına hükmetmeyi gerektirmiştir ve bu "ideal" hiçbir zaman çekiciliğini kaybetmemiştir. Ne totaliter, ne de görece demokrasi ile yönetilen ülkelerde...

Bizlerin muhatap olduğumuz türden karşımıza dikilen "aydın müessesesi" aslında oldukça çağdaş bir kurum. Grek sitelerinde Sokrates gibi, tiranlar tarafından tehdit görülüp yok edilen filozoflar vardır ama, aydına yüklenen siyasi anlam ancak son birkaç yüzyılda kurumsallaşmıştır. Dinin tüm toplumsal parçaları birleştiren ortak felsefe olmaktan çıkmasıyla, insanlığı kurtaracak, aynı üstün değerler adına ortak bir felsefeyi müjdeleyecek seküler peygamberler, artık aydınlardı.

Yine Milosz "Batılı aydın ile Doğulu aydın arasındaki fark, ilkinin poposuna şöyle iyi bir kötek yememiş olmasıdır" der. Bunu muhtemelen Doğulu aydının din ve halk ile ilişkisini Batılı aydına göre koparmamış olmasına ve ödenen bedelleri mukayese ederek söyler. Batı ile Doğu arasında kalmış bizim aydınımız yönünden ise, Batı"ya kaymış fotokopi ve kendinden nefret eden halleri ile ciddi bir özeleştiriye ihtiyaç olduğu ortadadır.

Metafiziğin yerine akıl, kralın yerine parlamentolar ve peygamberlerin yerine de aydınlar geçmiş gibidir. Peygamber, meşruiyetini, ödülünü veya cezasını ne kadar Allah"tan alıyorsa, aydın da bu dizgi içinde muktedirler ile benzer bir kurala tabi gibidir. Ama aydının gönüllülük ilişkisi daha bulanıktır.

Algı yaratma gücüne hasbelkader kavuşmuş olan aydın, bu mekanizmadan kaçamaz. Bununla yüzleşmek, bir yerlere adapte olmak zorunluluğu hisseder. Sonrası, bu adaptasyonu meşrulaştırmak için verilen çabalarla geçer. "Muhaliflik" oldukça revaçta bir ambalajdır. İktidarla mesafeli hatta kavgalı olmanın bedeli gözlere sokulur ama, bunun da konformist avantajlarının pek fazla, muhalefetin de ciddi bir güç veya yakın geleceğin iktidarı olduğu gizlenir.

Her hâlükârda, aydın olmak zordur. Aydın kendisinden beklenen peygamber görevini Faustus gibi önce coşkuyla kabul etmiş, sonra da bunun bir cendereye dönüştüğünü görmüştür. İktidar veya potansiyel iktidarlar arasında kalmak, tehlikeli bir meseledir. O nedenle aydınlar, çoğunlukla bir dayanışma grubunun (mahalle) içinde yaşarlar, hatta ancak öyle var olurlar. Bir gruba bağlı olmak, özgür düşünce üretimini –böyle bir şey varsa tabii– ne derece etkiler, o biraz da aydının kendi iç tutarlılığı ve tabii ne kadar züğürt olup olmadığı ile ilgilidir. Üstelik züğürtlük sadece bir para meselesi değildir. İnsan, mevki, itibar, duygusal ve bedensel ihtiyaçlar açısından da züğürt hissedebilir. Fetüs için göbek bağı neyse mahallenin içinde olmak aydın için aynı şeydir. Gittikçe mafyatik bir ilişkiye dönüşür.

İktidar savaşlarının olduğu her yerde, bir çekim gücü vardır ve aydın bundan kaçamaz. Adaptasyon için uyum gösterme, sadakat, yan çizme, taraf değiştirme, taraf değiştirir gibi yapma, geri dönme, ileri atılma veya geri çekilmeler sıkça görülür. Sürgüne gitme, hapse düşme kimi zaman bir felaket, kimi zaman ise, daha sonrası için bir itibar yatırımı olur. Sürgünde bile mahalle ile ilişkiler kesilmez, hatta daha da sıkılaşır. Aydın çoğunlukla öyle insandır ki, hiçbir şeyi zayi etmez, her şeyi kendisi için faydalı bir şeye dönüştürür. Çünkü hayatı çok karmaşık ve zordur.

Böyle bir aydının kendi grubu veya yaslandığı meşruiyet kaynağı ile istikrarlı, ancak halk ile çelişkili bir ilişkisi vardır. Dinden sadece aydınlanma dürtüleri ile nefret edilmez. Din, toplumu aynı anda tek felsefe altında toplama gücüne sahiptir ve bu seküler mahşer yaşandığında, aydının yapabileceği fazlaca bir şey yoktur. Halk en nihayetinde, kendisine rağmen kurtarılacak en önemli nesnedir. Aydın, amacını halktan alır ama, onun nesne durumunda kalması koşuluyla. Aydın toplumun aklı olmalıdır. Bu yüzden hiyerarşik olarak kendisini halkın en tepesinde hisseder.

İşte böyle tekin olmayan, hala içinde –öyle veya böyle– kendi yoluna gidecek potansiyellerden arınmamış bir kitle, aydın için tehlikeli bir şeydir. Çünkü derinlerde modern öncesi hala tüm canlılığı ile varlığını sürdürmektedir. Bir de bu tedirginliğe, halk ile iktidar kaynağı ve ait olunan grubu uzlaştırma rolünün çarpan etkisini ekleyin.

Kendisine insan türünün kurtarıcı rolü yüklenmiş olan bu türden aydın, hayatla bağını bu anlaşmayı gönüllü olarak kabul ederken yitirmiş, aslında tüm estetik görüntülerin ötesinde, idealin replikasına dönüşmüştür. Bu ilk bilgiden ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın, içindeki bir şey bunu ona hatırlatır sürekli. Birgün, gerçeğin ortaya çıkacağı korkusu ile yaşar böyle bir aydın. Buna "soytarı sendromu" da denebilir. "Bir gün bir âlim değil, bir soytarı olduğum ortaya çıkacak" korkusu, kaybedilen her elde, ortaya daha fazlasının sürülmesine ve kibir kalkanına yol açar.

Bu da seküler aydınımızın seküler cehennemidir.

Dibine kadar da metafiziktir.

10 yıl önce
Aydınların seküler cehennemi
“Görüntülere kazak ören aldatılmış büyükanneler” Türkiye’si...
Meselemiz “hesapsızlık”
Amerikan sponsorluğunda İsrail-Suudi normalleşmesi
Faz-2: Washington’un bölme operasyonuna Ankara yanıtı
İsmailağa’ya değil, Türkiye’ye operasyon