|
Erdoğan; kült değil organik lider...

Daha liderlik sisteminin içeriği üzerinde tartışmaya başlamış değiliz. İlkeler üzerinde konuşuyoruz henüz. Kabaca, halk iradesine dayalı, vesayete kapalı, denge-denetleme sistemlerine sahip, halkın talebi ile şekillenecek bir perspektif doğru gözüküyor.

Halkın seçmesiyle “makro siyasetin” merkezi haline gelen “icracı cumhurbaşkanlığı” bizim demokrasi mücadelemizin parlak bir sonucudur ve yapılacak sistem tartışmaları bu “olgu”nun gerisine asla düşemez.

Hasılı, ortaya çıkacak sistem, yüzyıllık geçmişimizdeki müsbet demokratik düzenlemeleri içerirken, aynı dönemde yaratılmış vesayet mekanizmalarını ayıklayacak, tarihimize, ihtiyaçlarımıza ve koşullarımıza uygun, nevi şahsına münhasır yerli bir sözleşme olacaktır (olmalıdır.)

Bu tabii ki Türkiye tipi bir modeldir. Bu noktada ABD, Fransa gibi ülkelerden bazı noktalarda esinlenilebilir, ama asla birebir kopya edilemez. Bu Kemalistlerin veya Tanzimatçıların yaptığı ile aynı şeye, mühendisliğe tekabül eder.

Bunun böyle olacağını Hem Cumhurbaşkanı, hem Başbakan ifade ettiğine ve zaten sistem değişikliğini içerecek anayasa halktan toplanan talepler temelinde referanduma sunulacağına göre, “Türk Tipi Başkanlığı” itibarsızlaştırmanın gerekçesi yoktur. Bu ülkede yerli olana antipati alışkanlık haline gelmiş gibidir. Bunu hem içselleşmiş Batı kompleksine, hem de yerli olana (halka) hala tepeden ve kuşkuyla bakılmasına borçluyuz.

Dün sevgili Ali Bayramoğlu çok isabetli şekilde sistem tartışmasının Erdoğan üzerinden yol almasının yanlışlığına dikkat çekiyordu. “Tartışılan aslında başkan olması istenen ya da başkan olmasına karşı çıkılan kişidir” derken muhalefet açısından son derece haklıydı. Ama muhafazakâr kesim ile ulusalcı kesimi aynı analizde birleştirmesi bazı kritik yanlışlar doğurmuştu. Bu durum, siyasal süreçlerin üzerinde daha çok düşünmeye ihtiyacımız olduğunu gösteriyor.

Bu kategorik değerlendirmeye göre Türkiye’de tüm siyasi ve toplumsal kesimler ortak paydada, şahıs kültünde birleşiyorlar, toplumsal çoğulcu talepler lider kültüne dayalı tektipleşiyor, bu da toplumsal olanı boğuyor. Okuma böyle yapıldığında haklı olarak bu sürecin her türlü seçenekte otoriterliğe, hatta daha kötüye varacağı kaçınılmazdır.

Şurada yakalıyor Bayramoğlu bu tehlikeyi.

“Muhafazakar kesimde bugün “toplumsal” olan “siyaset”in içine hapsedilmiş, siyaset ise siyasi aktörlere, şahıslara endekslenmiştir. Bu durum, muhafazakar kesim içindeki sosyal ve kültürel farklılıkların siyaseti etkileme imkanlarını arka plana itmeye başlamıştır. Siyasetin merkezde şekillenmesinin, orada üreyen “siyasi tavır”ın muhazafakar kesimde tek ve ana aidiyet kriteri hale gelmesinin, bu kesim üzerine tektipleştirici bir baskı, hatta bir iktidar baskısı kurduğu açıktır.”

Öncelikle Erdoğan’ın üzerinde biriken güç yoğunlaşmasının, tabanın liderin peşinden bilinçsizce, duygusal veya manipülatif nedenlerle gitmesi ile oluşmadığını sağlam bir rasyonaliteye oturduğunu görmek gerekir. Erdoğan’ı farklı/güçlü kılan onun ORGANİK bir lider olmasıdır. Bu organik liderlik, 40 yıldır Erdoğan’ın tabanı ile yürümesi, onun taleplerini siyasete yansıtması ile oluşan bir özel durumdur. Erdoğan’ın hikâyesi, tabanının hikâyesinin bir mütemmim cüzüdür. Erdoğan tabanın taleplerini siyasetinin merkezine oturttuğu ölçüde organik liderlik vasfını kazanmıştır ve bu karakter sonuna kadar demokratiktir.

Tersi bir kabul, 40 yıllık yürüyüşte, 1994 seçimlerinde ve son 12 yılda yaşanan tüm demokratik hamleleri “Erdoğan kültü” ile açıklamak anlamına gelir. Bu anlamsız olacağı için, “bir noktada” durumun çoğulcu olandan otoriter olana dönüştüğü iddia edilecektir. Yani AK Parti tabanı aniden çoğulcu/rasyonel tavrını bırakıp, liderin el şıklatması ile harekete geçen güruha dönüşmüş olacak. Erdoğan da aniden tabanı ile kurduğu demokratik ilişkiden gizli ajandasına dönmüş olmalıdır.

Başkanlık sistemi, Erdoğan’ın tam da tabanı ile kurduğu ilişkinin demokratik olduğunu ispatlayan bir tekliftir. Erdoğan kendi ömrü ile kısıtlı bir otoriter yönetim kurgulasaydı, bunu şu anki sistemde, yerine bir emanetçi bırakarak en az 15 yılı garantileyebilirdi.

Ancak bu sapma iki nedenden dolayı mümkün değildir.

İlki bilakis AK Parti tabanının lideri ile koşullu bir sözleşme yapmış olmasıdır. Bu koşul, devletin demokratikleşmesi, tabanın siyasi/ekonomik taleplerinin yerine getirilmesidir. Erdoğan’ın organik liderliği, toplumun taleplerini uyguladığı müddetçe geçerlidir. Hasılı Erdoğan’ın kişisel bir ajanda yapma tercihi yoktur.

İkincisi, Erdoğan üzerinde biriken güç yoğunlaşmasını/halk iradesini kalıcı bir sisteme devretmek istemektedir. Başkanlık talebinin özü budur. Öyle ki reformlar Erdoğan’ın siyasi hayatı ile kısıtlı olmasın, bu yoğunlaşma sayesinde kalıcı ve vesayete kapalı bir yönetim modeli kurulabilsin. Kabul edilecektir ki, hiçbir otoriterlik heveslisi, şahsında toplanan gücü kolektif bir sisteme devretmek istemez. Üstelik bu sistem, tek başkan adayı üzerinden muhalefetin ittifak kurmasıyla iktidarını kaybetme riskini daha da arttırmaktadır.

Bu sevgili Bayramoğlu’nun kurduğu şahıs/kurum dikotomisinde, tam da demokrasinin kurumsallaşması yönünde Erdoğan’ın cesur bir “devir” sürecini başlatmış olduğunu ima eder.

Yani endişe edilecek bir durum yok. Her şey kendi doğal sürecinde ilerliyor.

#ABD
#Fransa
#Erdoğan
9 yıl önce
Erdoğan; kült değil organik lider...
Türkiye direnecek ve başaracaktır!
Değişime çelme takanlar
İslâmî hareketten kavramlar savaşına…
Yaşama Sanatı ve Sinema
Bizim sorunumuz ne?