Evvelki pazar, ideolojilerin içerik boşluğunu/ahlaki zaaflarını birtakım sahtekarlık ve taktiklerle tahkim ettiklerini ifade etmiştik.
İdeolojiler, hayatın olgularıyla ters düştüklerinde çelişkiyi gidermek için şiddet ve özendirme tekniklerini bolca kullanır. İstiklal Mahkemeleri infazları, Ağrı/Dersim katliamları, azınlıkların tasfiyesi şiddet pratiklerine örnek verilebilirken, halkı suça ortak etme babında, azınlıkların mallarının, gecekondulaşma ve KİT’lere kitlesel memur yerleştirme, rüşvet, vergi afları, erken emeklilik ile devletin talana açılması sağlanır.
Bunlar, yeni ahlakı üretmenin bağlantı kayışlarıdır. Benimsendikçe, bu tavırlar suç olmaktan çıkarak normalleşir, yıkıcı işlevleri görünmez hale gelir.
1950’den sonraki siyasi iktidarlar adaleti sağlamak adına dezavantajlı geniş kitlelere servet/adalet aktarma biçimleri olarak da aynı yöntemleri kullandılar ama bu tercih paradoksal olarak statükoyu/yeni ahlakı güçlendiriyordu. O nedenle bunlara izin verildi.
Bu sadece basit bir ganimet paylaşımını amaçlamaz; bu şekilde güya milli burjuvazi/medya, sivil toplum kurulurken, yeni ahlak sistemi üzerinden tehdit algılanan kesimlerden insan devşirilmesi sağlanır. (Ahmet Hakan Sendromu.) Ancak asıl kasıt, eskisinin yerine yeni/başka bir “ahlak” birliği yaratmak olacaktır.
Merkezinde Allah merkezli adalet anlayışının ve yüzlerce yıllık geleneklerin yer aldığı özgün ortak ahlak bilincinin yok edilmesi, yerine yeni ideolojinin önerdiği ahlakın (ahlaksızlık da bir ahlaki seçimdir) yerleşmesi sağlanır.
Kemalist 1. cumhuriyet bu uygulamada başarılı olduğu içindir ki, ömrü SSCB’den uzun olmuştur ve bugün hala en büyük direnci eski düzenin imtiyazlarını kaybetmek istemeyen seçkin kesimleri göstermektedir. Dindar kesimlerde kritik anlarda görülen savrulmalar/çekingenlik de bu ahlakın içselleşmiş olmasındandır.
1994’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan’ın ortaya koyduğu hizmet/halkçılık ve temiz belediyecilik anlayışı, kemalizmin zaaflı ortak ahlakına dipten gelen etkili bir darbeyi ima ediyordu. İnsanlar ağır propagandanın etkisi altında Erdoğan’ın göreve başlamasından bir hafta sonra ülkenin İran’a döneceğini, kadınların çarşafa sokulacağını, içkinin yasaklanacağını beklerken, insanlar çöp dağlarının gözden kaybolduğuna, dumandan gözün gözü görmediği İstanbul havasının berraklaştığına, belediye hizmetlerinin insan odaklı değiştiğine tanık oldular.
28 Şubat bin yıl değil, sadece beş yıl sürmüştü. Yarın buradan devam edelim...