|
Kedi…

"Eğer iki kişi kavga ediyor da, bunlardan biri sağlamından yüzde 55 haklıysa, pek güzeldir ve itişip kakışmaya hiç mi hiç gerek yoktur. Ama ya biri yüzde 60 haklıysa! Aman ne ala, büyük kısmettir ve otursun kalksın da Allah"a şükretsin! Yüzde 75 haklı olana ne demeli! Bilge insanlar, bunun bayağı şüpheli bir şey olduğunu söylerler. Peki, ya yüzde 100 haklı olan! Yüzde yüz haklı olduğunu söyleyen biri iğrenç bir zorba, korkunç bir eşkıya, alçağın önde gidenidir."*

Aslında bizler tam tersini düşünürüz. Hayatın ve insanların bizi yüzde yüz haklı çıkarmasını bekler ve böyle olması halinde çok mutlu olacağımızı varsayarız. Hayatımız boyunca haklılığımızı, mağduriyetimizi anlatmak için didinip dururuz. Çok yakın dostumuzun bizi yüzde bir haksız bulması bile çok incitir bizi. En iyi dostluklar birbirini yüzde yüz haklı bulanların dostluğudur. Kimse aklına getirmez ki, bu aslında sadakat adı altında yavaş yavaş bir tür suç örgütüne dönüşmektir, dostluk değil.

Bizim toplumun şöyle bir sorunu var: Bizlerde hatayı kabullenmek ve özür dilemek hakir görülen bir şeydir. Bunu aslında insanlar yapmak isterler. Ama yapanların başına nelerin geldiğini görünce korkar geri adım atarlar. İtiraf bir zayıflık ve yenilgi belirtisidir. Kimse bunun bir erdem olduğunu düşünmez de, itiraf ve özür dileyen kişinin yenildiğini ve bundan başka çaresi kalmadığı için zoraki biçimde itirafta bulunduğunu varsayar. Şüphesiz, böyle bile olsaydı, bu, eylemin erdem özelliğinden bir şey kaybetmesine yol açmazdı.

"Seni seviyorum", "seni takdir ediyorum", "senden özür diliyorum" gibi cümleler tedavülden kalkmış gibidir ama, "bilmiyorum" cümlesi de öyledir. Herkes her şeyi bilir. Bilmemek ayıptır, öğrenmemek ise teferruat. Bir adresi bile bilmediğimizi o turiste itiraf etmek istemeyiz. O turisti hiç tanımadığımız, bir daha da görmeyeceğimize rağmen, bunu aslında otomatik olarak uygularız.

Çünkü mekanizma içimize yerleştirilmiştir. Bırakın Japon turisti, haksız olduğumuzu yalnızken kendimize bile itiraf etmeyiz. Gerekçeler üretiriz haklılığımıza dair. Evet, görünürde yaptığımız yanlış gibidir ama, bir sorun: niye yapmışızdır? Çünkü başkası da bize yapmıştır. Hayat bize bu haksızlığı hep yapmıştır. Sıra bize geldiğinde hesabı kapatmazsak, bize olsa olsa enayi derler...

Vazoyu hep kedi kırar, biz değil.

Bunun bizi ne kadar zehirlediğini pek bilmeyiz. Huzursuzluğumuzun, kötü ilişkilerimizin, panik ataklarımızın, nedensiz suçlu ve külliyen yenik hissetmemizin -görünürde yenildiğimiz yoktur oysa– nedeni budur.

Bir arkadaşım terapiste gittiğini ve ondan duyma ihtiyacında olduğu ilk şeyin ise "yanıldığının" ona söylenmesi olduğunu anlatmıştı bana. Ona hayranlık duymuştum. "Neden?" diye sorduğumda, "Kendimi her konuda o kadar haklı hissediyorum ki, hayatımda hiçbir şeyi düzeltemiyorum" demişti. "Yanıldığımı duymaya ihtiyacım var çünkü yıllardır inşa ettiğim tek kişilik bir cehennemmiş."

Cehennem belki de öyle bir yerdir ki, bu dünyada insanlardan neyi esirgeyip, kendinizde biriktirdiyseniz, sizden esirgenecek olan da onlardır. Bir oda içinde yoksun olduğunuz şeylerin pişmanlıklarıyla volta atıp durabiliriz.

Bencilce biriktirmenin şöyle bir işlevi varmış gibi hissederim.

Tıkaç…

Hayat tıkaçları sevmez, önce uyarır, sonra sifon otomatik şekilde çekilir.

Varoluş bir network gibi çalışır bana göre. Yongalarla birbirine bağlı canlı cansız bir sürü oluş… Ve her birinin birbiri ile ilgisi ve bir fonksiyonu var. Size lazım olan kadarını alıp, israf etmeden kullanıp, artanı iletmeli insan. Bu manada, salt yalnızlık diye bir şey olamaz. Yalnızlık ancak hayatımızda başkaları varsa var olabilir. Münzevilik bile böyledir. Onu ben de severim. Ama salt yalnızlık başka çeşit bir cehennemdir. İnsani ve doğal değildir.

Bir incir ağacı düşünün ki incir vermiyor. Öyle bir tohum ki toprağa atınca filizlenmiyor.

Error!

Eğer geri dönüşümlü poşetler kullanıyor, kullanılmış yağları ve pilleri biriktirip özel çöplere atıyor, evimizde on kedi besleyip, yazın kaplarla sokaklara su bırakıyorsak bu çok iyi bir şeydir. Ama insanları sevmiyorsak bunları yaparken, hatta nefret ediyorsak, bunlar arasında ikame yoktur, çevreyi kirletiyoruz demektir yine de.

Tüm bunları geçmişte sıkça yapmış, bazılarını hala yapan birisi olarak yazıyorum bu satırları. Kimseye hayatı öğretmek gibi bir niyetim yok, yargılamak da benim işim değil.

Bu yazı sizi yargılıyorsa, o ben değilim, sizsiniz…

*Csezlaw Milosz, "Tutsak Edilmiş Akıl", Elips Yayınları, 2006, Ankara.

10 yıl önce
Kedi…
Üçlü masa Almanya’yı kilitledi
İsmailağa buluşması
Nezahet, Zarafet ve Nezaket...
İmalat PMI, kredi kartı harcamaları ve Fed
Kim bu çılgın tüketiciler