|
Bazan ülkelere zorla reform da yaptırılır!..

İki tür politikacı var.. Birinci türdeki politikacının "vizyon"u da, "misyon"u da, "icraat yapma yeteneği" de vardır.

Atatürk''ü veya Turgut Özal''ı, bu birinci tür politikacıya örnek gösterebiliriz.

Bu tür politikacı dünyadaki gelişmelerin ve değişimin nabzını, elinde tutar. Kendi ülkesinin zayıf yanlarını da, üstünlüklerini ve potansiyelini de, iyi değerlendirir..

Böylece, dış dünya zorlamadan ve iç şartlar bir kriz noktasına gelmeden, gerekli reformları yapar birinci tür politikacı.. Bu tür politikacı, bir çeşit "değişim mühendisi"dir. Toplumun büyük çoğunluğunun da kurulu düzene hakim olan "oligarşi"nin de ilerisindedir.

Birinci tür politikacının yaptıkları da, söyledikleri de, aradan uzun yıllar geçse bile, eskimez. Birinci tür politikacı, öldükten sonra bile, yaşayan bazı meslektaşlarından daha canlı, daha ileri kalır..

İkinci tür politikacı durgundur, statükoya razıdır.. Ahıra koysanız ahırda, saraya koysanız sarayda mutlu olur.. Sivil rejimde "demokrat", askerî rejimde "militarist"tir.. Hiçbir temel sorunu, kendi iradesi ile çözmez.. Zaten dünyadaki ve ülkedeki değişimi de, yanlış algılar..

Bu ikinci tür politikacı, iç veya dış konjonktürün zorlaması ile "değişim"i kabullenir. Bu şekilde gerçekleşen yeniden-yapılanmaları, istese de, istemese de benimser..

Türkiye, durgun politikacıların egemen olduğu dönemleri, tarih ve coğrafyanın kendisine verdiği, "jeo-stratejik şahıs" ile atlatıyor.. Dış konjonktür, bazan, Türkiye''deki değişim gereğinin önünü açıyor..

Son örnek Helsinki Zirvesi ile içine girdiğimiz "Avrupa Birliği Aday Üyelik" konumudur..

Evet.. Hepimiz Demirel''i, Bülent Ecevit''i, İsmail Cem''i ve bu konuda çaba harcayan politik ve diplomatik kadroları kutluyoruz..

Ama hiç unutmayalım..

ABD Başkanı Clinton''ın, okyanus ötesinden Türkiye''nin adaylığını, kendi işi gibi kovalaması az kutlanacak bir olay mıdır?

Fransa''nın, İngiltere''nin, Almanya''nın yöneticileri, en az bizim sorumlular kadar çaba harcamamış mıdır, aday üyeliğimiz için?

Yunanistan''ın Simitis-Papandreu ikilisi, Ege''nin iki kıyısı arasındaki barışın, ancak topyekün bir ortaklık içinde sağlanacağını kabullenerek, koca bir "aferin"i hak etmemişler midir?

Meseleyi daha da şematize edebilirsiniz..

Amerika''sı, İngiltere''si, İtalya''sı, Yunanistan''ı ve hatta İsrail''i elele verip, Abdullah Öcalan''ı, ta Kenya''ya kadar götürtüp, yakalıyorlar.. PKK''nın liderini, Türk güvenlik güçlerine teslim ediyorlar..

Bu şekilde başlayan süreç ile, Güneydoğu Sorunu''nu, "bölücü terörizm"den arıtarak, ele alma imkanı doğuyor..

Arkasından, bir gün "bölücü terör", bir başka gün "irtica tehlikesi" gibi fobilere dayalı olarak, kendi halkına karşı kendini sürekli koruma refleksinde bulunan Türk devletine, kendi parlamentosunda "liberal demokrasi dersi" veriyor Başkan Clinton..

"Düşünce Suçu"nun da, "idam cezası"nın da "militarizm"in de, artık çağdaş dünyada yeri olmadığı, her forumda anlatılıyor bizimkilere..

Bu açıdan bakarsanız, çok partili demokrasiye 1946''da geçişimizin de, serbest pazar ekonomisini "24 Şubat" 1980''de kabul edişimizin de, dış konjonktürün zorlamasından başlatıldığını görürsünüz.

Tıpkı Helsinki''de, ite-kaka gerçekleştirilen "Avrupa Birliği Aday Üyeliği"miz gibi..

Özetle, gelişmiş dünyanın, 21''inci yüzyılda da, Türkiye''yi, istikrarsız, gelişmemiş ve hukuksuz bir konumda görme lüksü yoktur..

Bizim durgun politikacılar, her gün "Askeri darbe mi olacak" veya "Yunanistan''la savaş mı patlayacak" soruları ile birlikte yaşamaya, doğal bir hayat tarzı biçiminde bakabilir.. Enflasyona, hukuksuzluğa, idari yetersizliklere, günlük yaşamın olağan bir sonucu şeklinde yaklaşabilirler..

Ama NATO''lu müttefiklerimiz ve Avrupalı komşularımız, buna "yeter artık" diyor.. Bizim de, artık bazı normlara uymamız gerektiğini düşünüyorlar.

Atatürk veya Özal gibi politikacılar, bu gereği, Batı bizi zorlamadan önce bilir ve kimseye kalmadan, kendi dinamizmimiz ile, gerekli reformları yaparlardı.. Nitekim, yaşarken, yapabilecekleri yaptılar da...

ŞAKA
Lisanı çok iyiymiş!

Biz bu filmi, 1970''lerde de görmüştük.

Yine birileri, Başbakan Ecevit''i "ne güzel İngilizce konuşuyor" diye övüyor.

Adam, kolejde orta ve liseyi okumuş.. Sonra gidip, yıllarca İngiltere''de kalmış. İngilizce''den çeviriler bile yapmış..

İngilizce''yi iyi konuşmazsa, ayıp olmaz mı?..

Neticede, İngiltere''de çocuklar da İngilizce''yi çok iyi konuşuyor..

Yaşını başını almış bir adamı "İngilizce''yi iyi konuşuyor" diye övmek, ayıptır.. Bu tür övgüler, ancak turist rehberlerini sevindirir..

YENİ DÜZEN
Kime ne yakışmıyor?

Başörtüsü zulmünü elele tutuşarak protesto eden kesimlerin gösterisini, "Avrupa Birliği''ne yakışmıyor" diye kınayan başlıklar atan medya, komik duruma düşüyor..

Bir durumu ya da bir düşünceyi açıklamak için gösteri yapmak, "çağdaş liberal demokrasi"nin veya "Avrupa Birliği düzeni"nin, temel hak ve özgürlükler listesi içindedir..

Fransız çiftçiler, Başkanlık Sarayı önüne gübre dökerken veya İngiliz eşcinselleri aynı cinsten olanların da evlenme hakkı için gösteri yaparken, bunları da Avrupa Birliği medyası, doğal sayıyor..

Avrupa Birliği aday üyeliğine yakışmayan olgular bellidir..

Mesela basında veya herhangi bir sanayi dalında kartel oluşturup serbest rekabeti önlemek, Avrupa Birliği aday üyeliğine yakışmıyor..

Erbakan''ı yasaklı ilan edip, idamla yargılamak, Tayyip Erdoğan''ı şiir okudu diye mahkûm edip, görevden almak, Hasan Celal Güzel''i düşüncelerinden ötürü hapse atmak, Avrupa Birliği aday üyeliğine hiç yakışmıyor..

Darbe kışkırtıcılığı yapmak, militarizme övgü düzmek, kendi toplumunun inanç ve geleneklerini aşağılamak, bilin ki artık kimseye yakışmayacak.


24 yıl önce
Bazan ülkelere zorla reform da yaptırılır!..
Ukbe b. Nâfi’nin cehdi
İğne ve çuvaldız…
İhracatta Türkiye
Hizmet sektöründeki enflasyon işleri zorlaştırıyor!
Tarihin sonu ve ABD üniversiteleri