|
Konuşmalar ve yazmalar

İnsanları birbirlerine beğendirip bağlayan ve insanları birbirlerinden bıktırıp ayıran konuşmalarla, onları candan dost kılan veya can alıcı düşman eden konuşmaların sergilendiği bir dünya sahnesindeyiz.

Havada duyguların bin bir tonuyla boyanmış sözler uçuşmaktadır. İnsanların ağzı birer söz tüneli gibidir. Kulakları da öyle. Söz kılıklı sesler somutlaşsalar da görebilseydik, acaba nasıl olurdu? Güler miydik, ağlar mıydık, hallerimize? Muhtevalarına, anlamlarına göre şekil ve renk alan varlıklar olarak görebilseydik söz ve sözcüklerimizi, nasıl bir manzara çıkardı karşımıza?

Kendi kendine söylenen bir insanın ağzından renk renk, biçim biçim ses yaratıkları çıkıp kulaklarından tekrar içine doluyor; dışına, üstüne başına bulaşıyor, iyice sıvanıp vücuduna siniyor. Olumlu-olumsuz, güzel-çirkin, doğru-yanlış, sevimli-sevimsiz kısaca bütün zıtlıkları, olumsuzlukları, iyisi, güzeli, doğrusu, yanlışıyla o sesler yuvası kafasında taşıdığı, vücuduna sıvadığı dünyasıyla tek başınayken yanına ikinci bir insan geldiğinde durum daha başka olur. Ağızlardan çıkan ama kulaklara ulaşamayan, yine de vücutlara sıvanıp boşlukta kaybolup giden sözler ve sözcükler de olurdu.

Okumak da bir başkasıyla konuşmaktan farksızdır; her yazılı nesne, ceptelefonu gibi bir şeydir. Herhangi bir yazıyı okurken, iyice dikkat edilirse, yazarla okuyucu arasında gizli bir konuşma cereyan eder. Ayrıca, kitaplar, dergiler, gazeteler, çalgı âletleri insan olan notalar gibidir. Bu anlamda okumak, önündeki notaları seslendirmektir. Yazıları sadece gözleriyle okuyanlar, kulaklıkla müzik dinleyenler gibidir; okurken dilini de devreye sokanlar için yazılar birer seskaydederden-müzikçalardan dinlenen konuşmalara, şarkılara benzer.

Gerek cep telefonundan, gerekse seskaydederden dinlenen sesler, sese muhatap olanı sarıp sarmalar. Her ses, bir elektrik akımıdır aynı zamanda. Bu akım, kutuplar yani muhataplar etrafında seslerden, sözlerden oluşan bir elektrik ağı örer.

İnsanoğlu aslında bir ses mimarisidir. Sesler, birer titreşim ürünüdür. Madde de atom altı varlıkların dalgacıklar veya noktacıklar halinde titreşimlerinden ibaret kabul edilir, fizikçilerce. İnsanoğlu, insan oluşunu, insani yapısını daha çok, belki tamamen içine doğduğu sosyal çevreden aldığı seslere borçludur. Çünkü insan ruhu dediğimiz öz, bu seslerle beslenip büyür.

Yüzümüze hava değmiş, ışık vurmuş gibi gelen sözler, yüzümüze, üstümüze sıvanıp, derimize işlediği gibi, kulaklarımızdan akıp beynimize, oradan da ruhumuza sirayet ederler. Birer röntgen ışını gibi, hatta ondan daha soyut ve sirayet edici kıvamda söz ve sözcük kümeleri bizi oluşturan, bünyemize katılan birer yapıya dönüşürler.

Yazılar da, seslerden, sözlerden kurutulmuş gıdalardır. Kuruyemişler gibi, hububat gibi kullanılan gıdalar. Ruh mutfağımızın besin maddeleri yani. Mıknatıslı fosfor gibi gözlerimizle, bazen hem göz hem ağzımızla kendimize ziyafet çektiğimiz ruhumuzun besin maddeleridir.

Dünya bir konuşmalar sahnesi dedik. Yani bir sesler meydanı. Bir büyük sesler mahşeri. Ruhlarımız bu sesler meydanında doğuyor, büyüyor ve göçüyor. Biz, bu sesler ağında yüzmekteyiz. Telsiz-telefon, radyo-televizyon dalgalarıyla örülü bir ağ, bir ses-sferi içindeyiz. Bu ağ, âdeta ruhumuzun atmosferidir. Ruhlar, oradan soluk alırlar.

Yeni doğan bir çocuğun aileye verdiği mutluluk malum, onun ailede en güzel, en önemli devrelerinden biri ilk konuşmaya başladığı, o ufacık gonca gibi ağzından taze gül yaprakları tadında ilk anlamlı sesleri çıkardığı devredir. “Anne, baba” dediği, sözlerle bir şeyler istediği devredir, aileyi en heyecanlandıran devre. Aileye yeni bir insan katılmıştır. Yani yeni bir konuşan varlık…

Soru, emir ve istekler ağında seyreden konuşmalar, seslenmeler hep öğrenmeye, öğretmeye veya sadece duyurmaya, bildirmeye yönelik olarak çoğalır gider. Konuşma yoksa insan da yoktur, çünkü.

Yeryüzünde nefes alan her insan, nerede olursa olsun ya kendi içiyle ya başkalarıyla mutlaka konuşuyordur. Evde, işyerinde, çarşıda, pazarda, okulda, mabette, kışlada mutlaka konuşuyor, ses verip ses alıyordur.

Aileler çocuklarına dostlardan ve düşmanlardan söz ediyor.

Okullar öğrencilerine dostu ve düşmanı anlatıyor.

Mabetlerde dostun ve düşmanın vasıfları, sınıfları sıralanıyor.

Kışlalar hedeflere düşmanlar dikerek talimler yaptırırken komutlar verir.

İnsanlar günlük hayatlarında dostlarından ve düşmanlarından dem vurur. Birilerini arar, görüşüp konuşmak ister, birilerinin de değil yüzünü görmek, adını bile duymak istemez.

Yerküre uzay boşluğunda Mevlevi gibi dönüp giderken dilinde sonsuz denecek söz ve feryatlarla inleyen kozmik bir canlı gibidir. Hem fiziki dönüşünün çıkardığı ama bizim duyamadığımız, hem de bağrında taşıdığı canlı-cansız varlıkların sesleriyle çok ilginç bir orkestra sahnesidir.

Veya Dünya, uzay diskoteğinde bir varlık senfonisini çalan kozmik bir disktir.

Dünyanın dönüşüyle yayılıp yükselen sesler içerisinde dağların, rüzgârların, nehirlerin, göllerin ve denizlerin sesleriyle, oralarda yaşayan insan dışı canlıların sesleri bir tarafa, sadece insan sesleri düşünülse… Dünyanın rengi nasıl olurdu acaba? Ay''dan, Güneş''ten, Yıldızlardan bakanlara nasıl görünürdü kim bilir.

Dünya bir elektronik kitaplar kütüphanesidir. Her insan, her varlık bir ayrı kitaptır, orada; insan, kendi kitabının yazarıdır. Ölümden sonra okunmak üzere yazılan ve ödül verilecek kitabının yazarı…

13 yıl önce
Konuşmalar ve yazmalar
Kendini bil, Rabbini bil, haddini bil. Ya da: Kültürel olarak “iktidar” değilseniz, siyasî olarak iktidar olamazsınız!
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü