|
Esin Moralıoğlu neden yazmıyor?

Adaşım Ertuğrul Özkök''ü aradım, "28 Şubat''ınız kutlu olsun!" demek için; ulaşamadım. Önemli, çok çok önemli bir toplantıdaymış.

Hürriyet-Milliyet grubunun geleceğini mi konuşuyorlardı acaba o "önemli, çok çok önemli" toplantıda?

Neden olmasın?

Sapır sapır dökülüyorlar.

Düne kadar alkışladıkları 28 Şubat "ekonomik kriz" olarak geri dönünce, adam çıkarmaya başladılar.

Mehmet Yakup Yılmaz, krize çare olarak, Milliyet''teki mesai arkadaşlarına kapıyı gösterip Donatella Piatti ve Ayşe Hatun Önal gibi değerli gazetecilerle devam kararı aldı.

Bakalım Mümtaz Soysal, Zeynep Atikkan, Oya Berberoğlu ve Kurthan Fişek''ten boşalan yeri hangi arkadaşlarımız dolduracak!

Benim adayım Esin Moralıoğlu.

Güzel kız...

O da Ertuğrul gibi İzmir kökenli.

Neyse, vakitlice bu krizi aşarlar, aşarız da, oturur şu manken gazeteci olgusunu teşrih masasına yatırırız salim kafayla.

Sözü, hayırlısıyla 5. sene-i devriyesini idrak ettiğimiz 28 Şubat postmodern darbesine getirmek istiyorum.

İlhan Selçuk ağabeyimize göre, 28 süreç bitmedi, sürüyor.

Şimdi, darbe miydi, değil miydi tartışmasının anlamı yok. "İlgili" yetkililer inkar etse de, "postmodern müdahale" olarak adlandırılan "vetire" basbayağı bir darbeydi.

Değerli komutan Erol Öskasnak''ın da buyurduğu gibi, tanklar yürümedi, askerler yolları kesmedi, parlamento iskat edilmedi, "beklendiği üzere" geniş tutuklamalar olmadı, ama, dört yılın sonunda bir "darbe"de yapılması gereken herşey "başarıyla" yerine getirildi: Andıç''lar hazırlandı, çürütme kampanyaları düzenlendi, bazı dernek, vakıf ve partilerin kapısına kilit vuruldu, okullar kapatıldı.

Başka ne olacaktı?

Tayyip Erdoğan ve Şükrü Karatepe''ye biçilen cezalar, Nurettin Şirin''in İsrail''de 10 ayla tecziye edilecek konuşmasına verilen 17.5 yıl ağır hapis cezası, son darbenin öncekilerden pek de farklı olmadığını gösteriyor.

Evet, hakkını teslim edelim, kaba saba, "kör kör gözüne parmağım" bir darbe değildi; daha ince, daha rafine, daha sofistike yöntemlerle kotarılmıştı. Ama, postmodern de olsa, darbe darbeydi.

Darbede teamüldür:

Gücü elinde bulunduranların yasalara uymak, kimi ahlâk kurallarını gözetmek gibi mecburiyetleri yoktur: Örneğin, bir başsavcı çıkıp "yasadışı" yöntemlerle elde edilmiş bir kaseti yahut "kripto"yu, bir partinin kapatılması için "ek delil" olarak sunar/sunabilir. Aynı başsavcının, bir başka içtihadında, "Yasadışı yöntemlerle elde edilmiş delillerin hukukî değeri yoktur, bu delilleri oluşturanlar kadar bunu kullananlar da suçludur ve haklarında ceza-i işlem yapılır" demiş olması bir şeyi değiştirmez. Anayasa Mahkemesi de, gayr-ı kanuni yollardan elde edilmiş bu delili alıp değerlendirmeye tâbi tutar. Kimse de gıkını çıkaramaz.

Darbe dönemlerinde "özel hayatın gizliliği ve dokunulmazlığı" ilkesi pek geçerli değildir. Kamu yararına (!) görev yapan medya tarafından bir anda afişe edilirsiniz. Hakkınızda birtakım yalan-yanlış söylentiler uydurulur ve halkın buna inanması sağlanır. İşinizden, çevrenizden, itibarınızdan olursunuz.

Yazdığınız herşey, ağzınızdan çıkan her sözcük "suç" sayılır.

"Demokrasi" ve "hukuk" dediğiniz anda "vatan ihanet edenler" safında buluverirsiniz kendinizi.

Hakkınızda onlarca ceza davası açılır. Gide gele savcılarla, hakimlerle, mübaşirlerle, adliye çaycılarıyla ahbap olursunuz.

Okullardan, lojmanlardan, devlet dairelerinden tard edilirsiniz; sokağa çıkmanız, alışveriş yapmanız bile bazı müeyyidelere bağlanır.

Sonra bir gün, hiç de size değmediği halde, birden kapı önünde buluverirsiniz kendinizi; Kurthan ve Mümtaz hocalar gibi...

Evet, süreç devam ediyor...

23 yıl önce
Esin Moralıoğlu neden yazmıyor?
“Görüntülere kazak ören aldatılmış büyükanneler” Türkiye’si...
Meselemiz “hesapsızlık”
Amerikan sponsorluğunda İsrail-Suudi normalleşmesi
Faz-2: Washington’un bölme operasyonuna Ankara yanıtı
İsmailağa’ya değil, Türkiye’ye operasyon