|
Bugünlere nasıl geldik?

Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi almanın Ankara için nasıl bir mantık üzerine oturduğunu biliyoruz.

Savunma sanayiini ‘
ele güne muhtaç olmadan
’ kendi ayakları üzerinde tutan,
‘pazar değil, ortak olma
’ çabası sergileyen, hazır balık almak yerine balık tutmayı hedefleyen, bu doğrultuda 2030 tarihini hedef olarak belirlemiş bir politika bu.


S-400 anlaşmasının Türkiye için en önemli ayaklarından biri, ‘
ortak
üretim
’ şartına Moskova’nın onay vermesi oldu. Geçenlerde Saraybosna dönüşü “
Bu konuda bir sorun var mı
” sorusunu yönelttiğim Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “
Ortak üretim noktasında bizim Rusya ile sıkıntımız yok ve Sayın Putin ile bu işi ilk görüşmeye başladığımız andan itibaren bu konuda mutabakatımız var. Ortak üretime de inşallah geçeceğiz. Herhangi bir sıkıntı yok
” demişti.

Meselenin bir böyle, bir de başka bir boyutu var tabii. Savunma sanayii politikasının daha öncelere dayanan bu duruşundan bağımsız olarak, bir de sürecin ürettiği bir serüven söz konusu.

2013’ten itibaren Türk/Amerikan ilişkilerinde yaşanan derin kırılmalar, ABD’nin Türkiye’yi coğrafyasında tek taraflı sıkıştırma ve cezalandırma politikalarının Rus yapımı füzelere yönelimde baskın bir faktör olmasından söz ediyorum.

Suriye savaşında Türkiye’yi
‘suya götürüp susuz getirmekle
’ başlayan 2013 sürecinin, güney sınırını PKK kuşağıyla kapatma, eş zamanlı olarak ‘
Rojava projesini
’ Türkiye topraklarına taşıma niyetiyle yapıldığını anlamayan kaldı mı?
İkincisi, 15 Temmuz’da darbe girişiminde bulunanların kim/kimler olduğu bütün kanıtlarıyla ortaya çıkmış olmasına rağmen, bu konuda kılını bile kıpırdatmayan, Ankara’nın taleplerinin kırıntısını bile karşılamayan, bu nedenle de “
Darbeyi siz mi yaptırdınız
” sorusuyla muhatap olmaya devam eden bir ABD’den söz ediyoruz.

Bu gelişmelerin ürettiği derin güvensizlik duygusunun S-400 anlaşması için yapılan yolculuğa etki etmediğini düşünemeyiz.

7 Kasım 2016’da, ABD’ye karşı duyulan tepkinin zirve yaptığı bir dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın anlattığı bir hikâye vardı.

Hikâye şöyle:

Eskiden bir şehirde haset mi haset, hasis mi hasis birisi yaşarmış. Adamın hasetliği yüzünden komşularıyla arası açık. Mesele şehrin yöneticisinin kulağına kadar gitmiş. Yönetici, bu adamı çığırıp kendisine şunu teklif etmiş:

Benden ne dilersen onu vereceğim ama bir şartım var. İstediğin şeyin iki katını da komşuna vereceğim.
” Bir süre düşünen o haset kişi, “
Talebim bir gözümün çıkarılmasıdır
” demiş. Bunun sebebi sorulunca aldığı cevap, “
Maksat, komşunun iki gözü çıksın
” olmuş.

Erdoğan bu hikâyeyi o vakit, ABD’nin Türkiye’ye karşı izlediği tutumu yansıtmak için anlatmıştı.

2013’te başlayan tek taraflı cezalandırma politikasının geldiği noktada, ABD kurumsal yapısı, 6 yıldır hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam ediyor. Erdoğan’ın bu hikâyeyi anlattığı tarihten iki hafta sonra Başkan seçilen Trump’ın yumuşatıcı hamlelerine rağmen, izlenen bu tutumdan geri adım atıldığına dair bir işaret de ortalıkta gözükmüyor.

Amerikan basınında, “
Türkiye’yi NATO’dan çıkaralım”, “Bu yaptığı işten dolayı hiçbir zaman unutamayacağı bir ceza keselim
” türünden içinde bol bol tehdit barındıran yetkili/uzman görüşleri dillendiriliyor.
Ben istediğim yaparım; Sen de mecbur buna boyun eğeceksin
” tutumunun bir yansıması olarak.
Bu görüş sahiplerine göre daha ılımlı gitmeyi öneren başkaları da var tabii. Ama onların söylediği de, “
Erdoğan’ın gitmesini bekleyelim, sonra ilişkileri tamir ederiz
” modunda karşımıza çıkıyor.
Bu cümleyi tersinden okuduğunuz takdirde, “
Erdoğan nedeniyle Türkiye’yi kontrol edemiyoruz. En iyisi onun gitmesini bekleyelim
” türünden bir başka cümle de kurabilirsiniz tabii.

Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’la yaptığı görüşmeden şöyle bir bilgi yansımıştı. Kalın’ın, muhatabına, Türkiye-ABD ilişkilerinin tek taraflı dayatmalarla sağlıklı şekilde ilerleyemeyeceği uyarısında bulunduğu bilgisi.

ABD’nin Türkiye yaklaşımı, özellikle son 6 yıldır tek taraflı dayatmalarla ilerledi. Gerçi öncesinde de öyleydi ama herkes bu kadar fark etmemiş olabilir. Önümüzdeki dönemde de, bu yaklaşım terkedilmediği sürece, Türk/Amerikan ilişkileri kırılgan bir zeminde ilerlemeye devam edecek gibi görünüyor.

#Rusya
#S-400
#İbrahim Kalın
#John Bolton
#ABD
5 yıl önce
Bugünlere nasıl geldik?
Kıdem tazminatı için doğum borçlanması
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü