Asgari Ücret Tespit Komisyonu, harıl harıl çalıştı ve sonunda asgari ücreti tespit ediverdi. 90 küsur milyon lira brüt, 60 küsur milyon lira net.
Vatandaş bir ay çalışacak ve aldığı ücretle geçinecek... Nasıl olacaksa!..
Yıllardan beri aynı hikâye. Kimse bilmiyor asgari ücretle nasıl geçinileceğini ama, her dönem komisyon toplanıyor, bir rakam tespit ediliyor, mizah kültürümüz o rakamla zenginleşiyor, ardından itiraz sesleri yükseliyor... Sonuçta hiçbir şey değişmiyor. Çark, aynı şekilde dönmeye devam ediyor... Dönmeye devam ediyor... Dönmeye devam...
Aslında o miktarı tespit edenlere ve onaylayanlara asgari ücret verilmeli. Nasıl yaşayacaklarını bir görmek için.
Asgari ücretten vergi alınmasın diyenler var. Yerinde bir talep fakat dinleyen kim? O zaman bütçede büyük açık oluşacak çünkü.
Şimdi bir kalem alın elinize ve bir üçgen çizin. Şu şekilde:
Bu üçgen, halkımızın kazancını simgeliyor olsun. Bazıları çok kazanıyor, bazıları az. Yan tarafına ise, o üçgenin tam tersini çizin.
Bu da halkımızın verdiği vergiyi temsil etsin.
Daha sonra bu iki üçgeni çakıştırın.
Ortaya çıkan sonuç, bizdeki kazanç-vergi dengesizliğinin göstergesidir.
Az kazanan geniş kesimin, yani ücretli olarak çalışan işçi ve memurun, verginin büyük kısmını ödediği; çok kazananlarınsa tam aksine az vergi ödediğini bu çakışan iki üçgen gayet iyi ifade edecektir.
Halbuki az kazanandan az, çok kazanandan çok alınması gerekir. Adalet budur. Ve doğru üçgen de şu şekildedir:
Kazanç ile ödenen verginin dengeli olduğu bir üçgen.
- Bugünlerdeki tartışmaların anlam ve önemine binaen-
Kendisine amca derim
Mesut''un babası olur
Ben bildim bileli emekli
Onun hâlini hiç sormayın
Emek''te bir bodrumda oturur
Eşini kaybetmiş yıllar önce
Kızıyla barışık oğluyla kavgalı
Ahmet Amca Ahmet Amca
Her vakit aklı karışık
Her vakit gönlü sevdâlı
Sabah akşam can sıkıntısı
Hesap kitap can sıkıntısı
Torun torba can sıkıntısı
Düşün düşünme can sıkıntısı
Sabah çorba, akşam imam bayıldı
İmam yerinde duruyor
Ahmet Amca sedire yayıldı
Canı tam sıkıldı bu sefer
Ne dizlerinde derman
Ne gözlerinde fer
Uzattılar boylu boyunca
Dürüldü ferman
Son olarak adamdan sayıldı
''Er kişi niyetine''
Dün 1 Temmuz idi. Kaç kişi farkındaydı bilemeyiz, Kabotaj Bayramı''ydı 1 Temmuz. Yine her zamanki gibi, hakkıyla kutlayamadık. Hakkı burada değildi, onun için hakkıyla kutlayamadık desek, doğru olmaz...
Apo davasıydı, "rapor" muhabbetiydi, Ecevit''in takıyye yorumuydu derken, Kabotaj Bayramı arada kaynadı gitti. Aslında böyle olması da normal. Çünkü kimsenin umurunda değil. Birkaç sahne sanatçısı oyunlarında "gırgır" geçmek için konu edinir, resmi ağızlardan denizciliğe gereken önemi vermediğimiz vurgulanır, sonra da unutulur. Bayramın ismi ofsayt en başta. Fransızca''dan aldığımız "Kabotaj"dan kaç kişi "denizcilik" anlar ki!..
Halk çoğunluğunun Kabotaj Bayramı''nı önemsememesi belki de bu yüzden. Üç tarafımızda dört deniz var ama, denizcilikte Rumlar''dan bile geriyiz. İsterseniz, önce şu isim üzerinde biraz düşünelim, ondan sonra ne yapacaksak yapalım.
Süleyman Nazif Bey, İttihatçılar devrinde bir aralık Nişantaşı''nda Meşrutiyet mahallesinde Hürriyet sokağında bir evde oturuyordu.
Yazar Abdülhak Şinasi Hisar da bu eve ilk defa gittiği gün, pek çok aradığı halde bulmakta zorluk çektiğini söyleyince, Süleyman Nazif:
- Evet bizim mahalle ve bizim sokak taşıdıkları isimlerden dolayı bulunmamağa mahkumdurlar; siz tabii mazursunuz, dedi. Nereden bulacaksınız? Meşrutiyet, hürriyet!.. Olmayan şeyler!..
(Ali Akaytay''ın hazırladığı Hazır Cevaplar''dan)