|
ABD-Türkiye ilişkilerinin yakın tarihi üzerine...
IŞİD'e karşı mücadele kapsamında Ankara ile Washington arasında varılan son anlaşmaya kadar yaşanan son iki yıllık gerilimi saymazsak, Türkiye-ABD ilişkilerinin yakın tarihte iki kere ciddi anlamda sarsıldığını söyleyebiliriz. Bunlardan biri, ABD'nin Irak'ı işgalinin öncesinde, tüm plan ve hazırlıklarını bu doğrultuda yapmışken, TBMM'nin 1 Mart 2003'te Amerikan askerlerinin Türkiye topraklarından geçmesini öneren tezkereyi reddetmesiyle yaşandı. 250'ye karşı 264 oyla reddedilen tezkere ABD tarafında büyük bir şok etkisi yapmıştı.


ABD eski Savunma Bakanı Donald Rumsfeld 2011'de yayınlanan “Known and Unknown” (Bilinen ve Bilinmeyen) adlı kitabında, tezkerenin geçeceğinden emin olan ABD yönetimi için, bölgedeki kilit NATO müttefikinden destek alınamamasını, operasyonel açıdan ciddi bir terslik olmasının yanısıra, siyasi bir utanç olarak nitelemişti. Kitabin en dikkat çeken bölümü olan bu sayfalarda Rumsfeld, tezkerenin geçmemesinin ABD açısından Irak'ın işgaline etkisini şöyle açıklıyordu: “Saddam'ın ülkenin kuzeyi ve batısındaki güçlerine karşı, Türk topraklarından ilerleyecek Amerikan askerlerinin tehdidinin olmaması, düşman savaşçılara, kuzeye kaçma ve o dönemde hiçbir koalisyon askerinin bulunmayacağı Sünni ağırlıklı bölgelerde faaliyet gösterme fırsatını verebilecekti. Irak'ı Türkiye'den işgal edemememiz, büyük muharip operasyonların sona ermesinden sonraki Sünni destekli isyanın yükselişinde kilit bir faktör olmuş olabilir.” Rumsfeld direnişin merkezinin, Irak'ın batısındaki Sünni bölgelerde toplandığını yazarak şöyle devam ediyordu: “ABD askerleri buralara ulaştığında büyük çaplı muharip operasyonlar sona ermişti. Bu şu anlama geliyordu, Felluce, Tikrit ve Ramadi gibi (Sünni) kentler, Amerikan askerleriyle büyük muharebeler yaşamamıştı ve isyancılar için barınak olmuştu.”

Özetle Rumsfeld, Irak'ın işgalinin bir rezalete dönüşmesinde Türkiye'nin o dönemdeki tutumundan dolayı sorumlu olduğunu ima ediyordu. Muhtemelen Rumsfeld'e bugün mikrofon uzatsanız, Irak'taki Sünni aşiretlerden destek bulan Saddam rejiminin eski yöneticileriyle birleşen Irak el Kaidesi'nin küllerinden doğarak IŞİD'e dönüşmesinin de Türkiye'nin suçu olduğunu söyleyebilir. ABD'nin yaşadığı şokun birkaç ay sonrasında Süleymaniye'deki Türk birliklerine saldıran Amerikan ordusu Türk askerlerini esir almış, “çuval olayı” olarak adlandırılan hadise sonrası Türkiye'de Amerikan karşıtlığı zirveye ulaşmıştı. O günlerde çıkan, ABD eski Genelkurmay Başkanı Richard Myres'in, Türk mevkidaşı ile yaptığı konuşma sırasında telefonu fırlatmış olduğu iddiaları, ilişkilerin durumu ve geleceği ile bir projeksiyon sunuyordu. ABD'nin Ergenekon davalarını desteklemesi, Soğuk Savaş yıllarında CIA tarafından kurulup finanse edilmiş ve sonrasında başıboş kaldığı için 'sola yatmış' bir Gladio örgütünün Gülen örgütü eliyle tasfiyesine ses çıkarmaması, bazı çevrelerde bunun ABD'nin 1 Mart tezkeresinin reddinin intikamını alması olarak açıklanır ki, bu doğrudur.

İki ülke arasında yaşanan bir diğer kriz ise bundan daha önce, 1963-1964 Kıbrıs olayları sırasında ABD'nin tarafsız kalmak yerine açıkça Yunanistan'a yakın durmayı tercih etmesiyle ortaya çıkmış ve 1974 Barış Harekatı ve sonrasına kadar devam etmişti. Kıbrıs krizini ve silah ambargosunu takip eden yıllarda ilişkiler zedelenmiş, ABD'nin iki NATO müttefiki arasında çıkan gerilimde bir tarafı desteklemesi Türkiye'de anti-Amerikancılığın yükselmesinin temel nedenlerinden biri olmuştu. ABD Başkanı Lyndon Johnson'ın İsmet İnönü'ye gönderdiği, “Kıbrıs'a çıkarma yaparsanız başınız belaya girer” şeklinde özetlenebilecek 5 Haziran 1964 tarihli mektubunda, Türkiye'yi Sovyetler'in düzenleyebileceği muhtemel bir saldırıda NATO anlaşmasının işleyemeyeceğiyle tehdit etmesi üzerine İnönü, “Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye onun içinde yerini alır” demişti. Demişti demesine ama İnönü bundan çok kısa bir süre sonra, 20 Şubat 1965'te yerini Suat Hayri Ürgüplü hükümetine bırakmak zorunda kalmıştı. Tıpkı kendisinin devirdiği ve idam edilen Adnan Menderes'e olduğu gibi...

Kıbrıs görüşmeleri için İngiltere'ye giden Menderes'i ve kurmaylarını taşıyan uçak 17 Şubat 1959'da 'teknik bir arıza' sonucu düşmüş ve 21 kişilik kafileden sadece yedi kişi kurtulabilmişti. Kazadan kurtulanlardan biri olan Menderes, yurda 'Kıbrıs fatihi' olarak dönmüştü. 27 Mayıs 1960'ta devrilmeseydi, NATO'nun tarım toplumundan sanayi ülkesine geçmesine sıcak bakmadığı, kredi dahi sağlamadığı Türkiye'ye yeni alternatifler bulabilmek için Moskova'ya 'yeni arayışlar' amacıyla bir ziyaret gerçekleştirecekti. Üstelik Menderes bir anti-Amerikancı, bir NATO karşıtı dahi değildi. Türkiye'nin ABD'ye üs vermesini isteyen ABD'li yetkililere karşı Cumhurbaşkanı Celal Bayar ile beraber Menderes'in tavrı NATO üyeliği olmadan böyle bir talebin kabul edilemeyeceği şeklindeydi. Sovyetler Birliği'ni çevrelemek ve Orta Doğu'ya yakın olabilmek için ABD, bu tavır sonrası İngiltere'yi de ikna ederek Türkiye'nin NATO üyeliğine kapı aralamıştı. Buna rağmen, Menderes kötü sondan kurtulamamıştı.

74 Kıbrıs Barış Harekatı'yla ülke içinde prestiji artan ve yine 'Kıbrıs fatihi' olarak anılan Bülent Ecevit'in de başına gelenler bunlardan çok farklı sayılmazdı. Ecevit harekat sonrası yükselen prestijini değerlendirmek amacıyla erken seçime gitmek için başbakanlıktan istifa etmiş, ama erken seçim yapılmasını sağlayamamıştı. 200 günü aşkın hükümet kurulamamış, ardından koalisyonlar dönemi başlamıştı. Sokak olaylarının, sağ-sol kavgasının kademe kademe yükseldiği yılları 80 darbesi takip edecekti.

Bu örnekler uzatılabilir lakin yerimiz dar. Özetle, ABD ister sağdan olsun ister soldan, ister Müslüman olsun ister seküler, ister eskiden dostu olsun ister olmasın, Türkiye üzerindeki iradesine karşı koyana, er ya da geç, hesap sormuştur. Üzücü olan şu ki, bunu yapabilmek için hiçbir işgalci güce ihtiyaç duymamış, bunu hep içeriden bulduğu destekle yapmıştır. Şüphesiz ki, bugün yaşadıklarımızın da geçmişten hiçbir farkı yok.
#Kıbrıs Barış Harekatı
#ışid
#Known and Unknown
9 yıl önce
ABD-Türkiye ilişkilerinin yakın tarihi üzerine...
Konuşmamak için dişlerini çektiren tarihçi
İslâmî hareketten kavramlar savaşına…
Yaşama Sanatı ve Sinema
Bizim sorunumuz ne?
İran’da değişimin ayak sesleri…