|
Balkanlar’dan Basra’ya-2
Soğuk savaş dönemi sonrasında, Balkanlar'da köklü değişiklikler, kanlı trajediler yaşandığı gibi Orta Doğu'da da, yeni çalkantıların sinyalleri Balkanlardan daha da erken alındı. Asıl itibarıyla, 1979'daki İran Devrimi, Sekiz yıl süren İran-Irak savaşı tüm bunları tetikleyen olaylar zinciriydi. 1882'de Mısır'ın İngilizler tarafından işgali, Birinci Cihan Harbi neticesinde Osmanlı'n Devleti'nin dünya sahnesinden çekilişi, Sykes-Picot mutabakatına dayalı yeni sınırlar Orta Doğu'nun günümüze değin süregelen statükosunun temel belirleyenleri olmuştu. Ayrıca, 1952'de Mısır'da başlayan askeri darbeler zinciri, Nasırcı ve Baasçı-seküler Arap Sosyalizmi bu statükoya eklemlenmişti.

1990'da, Kuveyt'in Saddam Irak'ı tarafından işgali ve ardından 1991'de ABD- Bush yönetimi öncülüğündeki Körfez savaşı bölgedeki değişimlerin ateşini tutuşturmuştu. Ancak, 1993'te ABD'de yönetime gelen Clinton Demokrat Parti idaresi, frene basarak bu savaşın değişime etkisini geciktirdi. 2001 yılında, Neo-Con zihniyetine sahip Cumhuriyetçi Parti-Oğul Bush yönetimi döneminde, geciken projenin tekrar fiiliyata irca edilmesine teşebbüsle, 11 Eylül 2001 saldırıları gerekçe gösterilerek, Afganistan ve ardından Irak işgal edilir. Afganistan ve Irak'ın işgali; Orta Doğu'da İran-Suudi Arabistan/Körfez denkleminde, dengeleri İran lehine olmak üzere değiştirdi. İran'ın doğusunda ve batısında yer alan İran açısından rakip/sorunlu olarak görülen iki devlet/ülke tasfiye edilmiş oldu. İran'ın Irak'ta Bağdat yönetiminde hızla artan etkisi, Suriye ve Lübnan'da var olan etkisi, son dönemde Yemen'de Husiler aracılığı ile yükselişi Orta Doğu Arap dünyasında var olan tüm dengelerin alt üst olmasına yol açar.

Diğer yandan, 2011 yılında başlayan ilkin “Arap Baharı” olarak nitelendirilen ve Tunus ve Mısır'la başlayan hadiseler zinciri, zamanında sınırları Batılılar tarafından çizilmiş ulus-devletleri tarumar ederek nerede duracağı tahmin edilemeyen kaos ve kanlı iç savaş ortamına sürükledi. Mısır'da seçimle işbaşına gelen Mürsî idaresine karşı gerçekleşen kanlı darbe, acımasız askeri idare, Libya'nın ikiye bölünmesi ve süregelen iç savaş, Libya-Mısır hattının geleceğini karartmıştır. Suriye'de 2011'den beri süren kanlı iç savaş, her iki ülkede DAIŞ/IŞID'ın yükselişi ile, Irak ve Suriye'de durumun daha da vahim hale gelmesine yol açmıştır. En son Husîlerin, eski/devrik başkan Ali Abdullah Salih'in desteği ile başkent San'a'yı ele geçirip Taiz'e kadar ilerlemeleri ve olayın Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerinin müdahalesiyle bölgesel savaşa dönüşmesi kanlı olaylar zincirini iyice belirsizliğe sürüklemektedir.

Yanı sıra, geçen yüzyıldan beri süregelen Kürt sorununun ulus-devletlerin zayıflayıp, etkilerinin/baskılarının iyice azaldığı şu dönemlerde büyük sıçrama yapması bölgenin nereye doğru yol alacağı konusunu iyice kestirilemez/öngörülemez bir hale getirmiştir. Orta Doğu denkleminde, ulus-devletlerin ağır baskılarına dayalı örtünün çekilmesi ile son yüzyılda ulus-devletlerin mağduru durumundaki Kürtler belirleyici/başat bir konuma geldiler. Kürt siyasal gruplarının, ulus-devlet dönemine ait ağır baskılar ve bunlar tarafından Kürtlere yaşatılan kanlı trajedilerin oluşturduğu travma ile, tüm bir bölgeden, çevrelerindeki tüm Müslüman halklardan intikam almak gibi bir siyasete yönelmeleri bölgenin geleceğine ilişkin endişeleri artırmaktadır. Bu yüzden, Kürtlerin bundan sonraki süreçte, diğer Müslüman halklarla ilişki biçimi bölgenin, Müslümanlığın ve İslâm dünyasının geleceğinde belirleyici bir role sahip olacaktır.

Bir yandan, dış müdahalelerden bağımsız olmayan değişen bölge dengeleri, diğer yandan bölge dışı aktörlerin bölgeye yönelik devam eden etki ve müdahaleleri, büyük devletlerin/Düvel-i Muazzama'nın iki asırlık vesayeti de belirleyici olmaya devam etmektedir.

Bütün bu siyasal/Jeopolitik denklemler içerisinde, Türkiye'nin rolü ve etkisi mülahaza edildiğinde, 1989-90 sonrasında, Türkiye'nin önüne gelen fırsatların, Resmi İdeoloji'nin ve vesayetin getirdiği körlükle önemli ölçüde heba edilmiş olduğu gözlemlenmektedir. Yanı sıra, son dönemde, Suriye'deki kriz ve iç savaşın kör düğüm haline gelip bölgede Türkiye'nin önüne adeta aşılmaz bir set oluşturmuştur. Türkiye'nin yaklaşık yüz yıldır Orta Doğu denkleminin dışında olmasına sebep teşkil eden statükonun sona ermesinin ardından, oluşan bu set, sağlıklı-stratejik hamlelerin önünü kesti. Özellikle Kürt sorununun aldığı şekil; mezhep çatışmalarının Suriye ve Yemen bağlamında yükselişi Türkiye açısından, yaşadığımız hassas coğrafya açısından güvenliği/geleceği tehdit eden unsurlar haline gelmiştir.

Bu muvacehede, Türkiye'nin bir yandan Balkanlar'a, diğer yandan da Orta Doğu'ya, uzun vadeli stratejilere dayalı olarak emin adımlar atması evleviyet arz etmektedir. Ancak bunun için, siyasal ve sosyal yapıların, bu coğrafyanın prangaları olan dayatılmış, gettolaşmış sistem ve ideolojilerden arındırılması elzemdir. Türkiye, Balkanlar'dan, Basra Körfezi'ne kadar geniş bir coğrafya üzerinde yeni bir vizyon sergileyerek, Kürtler başta olmak üzere bölge halklarını, kapsayan/içselleştiren, ötekileştirmeyip sürece ortak eden bir siyasi rota takip etmenin yollarını/çarelerini aramalıdır. Elbette, kaos ve kargaşayı artıracak, aklın butlanı olan maceralara da atılmadan..
#İran Devrimi
#soğuk savaş
#Orta Doğu
9 yıl önce
Balkanlar’dan Basra’ya-2
* Türkiye Libya’ya asker gönderecek. * Akdeniz haritasını nasıl değiştirdik? * Evet, Barbaros 473 yıl sonra geri dönüyor! * ‘Vesayetçiler’in, ‘Montrö’yü ayakta tutma lobisi’nin yeni görevi Kanal İstanbul!
Suya hasret çöle döndük!
Efsanevî "Çağrı" filmini gerçekleştiren "rüyâ takımı" şimdi nerelerde?
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!