|
Erbil/Hewlér Notları-2

Irak Kürdistanı"nda dindarlık/Müslümanlık açısından hazan mevsimi yaşanmasına sebebiyet veren pek çok amil var. Elbette bu durum tek başına; salt sekülerleşme, teknolojik ilerleme ve/veya modernleşmeyle izah edilemez. 20. yüzyıldaki modern-ulus devlet yapılanmaları ile bunun sebep ve sonuçlarının Kürtlere faturası başat bir role sahip.. 1920"li yıllarda Türkiye"de baskıcı-ulus devlet yapılanması ve uygulamaları; II. Dünya savaşından sonra ise Suriye, Mısır, Irak gibi ülkelerde ulusalcılığa dayalı askeri diktatörlüklerin devreye girmesi; Kürtlerin bu coğrafyada büyük trajediler yaşamasına yol açmıştır. 1952 yılında Mısır"daki Kavalalı Hanedanının askeri bir darbeyle uzaklaştırılması, ardından 1954"te seküler Arap milliyetçiliğini ön plana alan Cemal Abdünnâsır"ın iktidara gelmesi ve bütün bir Arap dünyasında Nasırcı Arap milliyetçiliği dalgasının yayılması ile bu yara iyice derinleşmiştir. 1958"deki General Abdülkerim Kasım ihtilali ile, Irak"ta 1932"den beri hüküm süren Şerîfler Hanedanı ve Nuri Said Paşa çok kanlı bir biçimde iktidardan uzaklaştırılır. Irak"ta Şerif Faysal"ın İngilizlerce kral ilan edilmesi ile başlayan bu hanedan; her ne kadar Osmanlı"ya olan isyanlarına mükafat olarak İngilizlerce tesis edilmiş olsa da; o dönemde Irak"ta Kürt meselesi, ülke dengeleri açısından Baas rejimine nazaran çok daha telafi edilebilir durumdaydı. Irak"ın dışından getirilip iktidar teslim edilmiş olan bu aile/hanedan, ülkede toplumsal ve siyasal dengeleri gözetmek zorundaydı. O yüzden Kürt varlığına da ciddi olarak yaslanma ihtiyacı hissetmekteydi. Bunun sonucu olarak bir Kürt olan Nuri Said Paşa (Nurî Es-Said) başbakan yapılmıştı. Problemler söz konusu olsa bile, Baas dönemindeki baskı ve katliamlarla asla mukayese edilecek türden değildi. Hatta Şeyh Said ve Zilan Deresi ayaklanmaları akabinde Türkiye"yi terk etmek zorunda kalan Kürtlerin önemli bir bölümüne Nuri Said Paşa sahip çıkar. Bunlardan Şeyh Said"in oğullarından Şeyh Selahaddin, Nurî Said Paşa tarafından Irak Harbiye mektebinde okutulur.

1958"de Molla Mustafa Barzani"nin Abdülkerîm Kasım ile birlikte hareket etmesi, bu ihtilale destek vermesi, ileriki yıllarda Irak"ta Kürtlerin ödeyeceği ağır faturaların kapısını aralar. Peş peşe gelen askeri darbeler, bir süre sonra Irak"ı, sosyalist/Sovyet bloku tandanslı Arap milliyetçiliğine dayalı Baas Partisi diktatörlüğünün pençesine düşürür. Bu mutabakat, her ne kadar Irak merkezi idaresi ile özerklik andlaşması (1970) imzalanmış olsa da; 1975"te İran"la yapılan Şattu"l-Arab/Cezayir Andlaşması ile bozulur. Kürtler ağır saldırılara maruz kalır. Birçoğu Türkiye"ye sığınmaya çalışır. Ancak, o dönemdeki Sadi Irmak hükümeti kapıları kapattırır. Barzani"nin yardımcısı İsa Suvar başta olmak üzere çok fazla insan Baas"ın harekatında hayatını kaybeder. Peş peşe yaşanan bu acılar/trajediler, İran-Irak Savaşı esnasında zirveye tırmanır. Yüz binden fazla Kürd"ün katledildiği söylenen "Enfal Harekatı"'', 16 Mart 1988"deki Halepçe Katliamı bunun en bariz örnekleriydi. Yönetim anlayışı olarak laikçi, sosyalist ve baskıcı bir Arap milliyetçiliğini merkeze alan Irak Baas Partisinin; bu yapısının aksine, Kürtlere yönelik katliam hareketlerini "Enfal", "Kadisiye" gibi İslami ve İslam tarihinden gelen isimlerle tanımlaması ve Arap âleminin de bu trajedilere tepkisiz kalması, Kürtlerde derin izler bırakır. Burada ciddi bir kırılma noktası oluşup, Ümmet"e küsme psikolojisi iyice derinleşir... Oysa ki, Baas Partisi ideolojik olarak zaten İslami bir temel ve söyleme kesinlikle sahip değildi.

Ancak İran-Irak savaşı esnasında Arapların, Arap dünyasındaki -İhvân dahil- bir kısım İslami grupların büyük bir bölümünün, Arap miliyetçiliğinin etkisi ve İran"ın Şia mezhebine mensubiyeti dolayısıyle Irak"a destek içinde olmaları, Enfal ve Halepçe trajedilerine bu dönemdeki sessizlik ve tepkisizliğin önemli bir nedeni idi. 1990-91"deki Körfez Krizi"nde Suudi Arabistan başta olmak üzere, Irak karşısındaki koalisyonda yer alanlar Enfal ve Halepçe katliamlarını yüksek sesle dillendirseler de, bu yaraya merhem olmaz.1982"de ise, Hama katliamı esnasında, İran"ın bunu İran-Irak savaşını bahane göstererek, sessiz karşılamış olması da bu tepkisizliğin başlıca nedenlerindendi.

Tüm bunların yanısıra, 1950"lerin sonlarından itibaren Kürt hareketleri içine sızan Marxist ideoloji , dahası bu ideolojinin Kürt hareketini sahiplenmesi, bugüne gelinen süreci belirleyen ana faktörler oldu. II. Dünya Savaşı akabinde Soğuk Savaş döneminin konjonktürüne uygun bir şekilde Kürt hareketleri ve örgütlenmeleri üzerinde oluşan sosyalist/Stalinist etki ve tekel bu süreci iyice hızlandırır. Bu aynı zamanda, İslami/dindar grup ve örgütlenmelerin de, oluşan sosyalist örtü dolayısıyla,Ümmet"in çok önemli bir unsuru olan Kürt kimliğine ve Kürtlerin sorunlarına uzak kalmalarına ve yabancılaşmalarına zemin oluşturdu.

Son yıllarda, Türkiye, Irak ve Suriye"deki gelişmeler Kürtlerin tarih sahnesine artık güçlü bir şekilde çıkmasını sağlamıştır. Şimdiki durumda Kürtler bu coğrafyada en güçlü, belirleyici ve en fazla dinamizme sahip unsur haline gelmişlerdir. Ancak bu sürecin büyük devletlerin belirlediği çizgiler ve sınırlar dahilinde geliştiği de bilinmektedir. Bu açıdan, Kürtlerin sahip olduğu potansiyel, güç ve dinamizmin bundan sonra ne mecrada seyredeceği önem arzetmektedir. Ancak, Irak Kürdistanı"ndaki gelişmeler Kürtlerin bu güç ve dinamizmi; geçmişin, 20. Yüzyıl ulus-devlet tecrübesinin Kürtleri yüz yüze bıraktığı trajedilere karşı bir rövanş/öç alma fırsatı olarak kullanacağı endişesine neden olmaktadır. Kürdistan"da bunun faturasının, en çok İslâm dinine çıkarıldığı gibi bir görünüm hakim,…. Dindarlık ve Müslümanlığın Irak Kürdistanı"nda yaşamakta olduğu trajedi ve dibe vurma bunun göstergesi"dir. Yanı sıra, Arap kimliğine duyulan tepki ile bölgede yeni kuşaklara Arapça öğretilmemesi, son on yılda Kürt gençlerinin, Arapça gibi Kürtlerin kendi medreselerinde asırlarca Araplardan daha fazla titizlikle ehemmiyet verdiği, zengin bir medeniyet dilinden, Kur"ân lisanından yoksun bırakılması; Irak"ın diğer bölgelerinden herhangi bir amaçla gelip seyahat eden Arapların , Kürdistan"a kefil tutma şartı ile girebilmeleri bu yöndeki endişeleri daha da artırmaktadır. Oysa ki, İslamî bir temelle alakası olmayan ulus-devletlerin ve askeri diktatörlüklerin acımasız uygulama ve katliamlarının faturası olarak; kin ve nefret söylemine dayalı politikalar, çevrelerindeki birlikte yaşadıkları tüm Müslüman halkları bunlardan sorumlu tutup cezalandırma girişimi, ters tepecek son derece olumsuz bir politika"dır. Hele ki Kürtlerin son bir asırdır yaşadığı trajedilerden, yüce İslam dinini sorumlu tutup bu yönde fatura edici/rövanş alıcı politika ve uygulamalar, ancak biz Kürtlere dünyevî/uhrevî zarar ve kayıpdan başka bir şey getirmez. Yaşadığımız coğrafyanın artık en güçlü ve en dinamik topluluğu olarak tarih sahnesinde olan Kürtler,bu enerjiyi ve gücü reaksiyoner, öç/rövanş alıcı tutumlarla tüketmemelidir.

11 yıl önce
Erbil/Hewlér Notları-2
Bir kadın bir kadın için bunu nasıl isteyebilir!
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”
Antisemitizm, 7 Ekim ve Biden’ın Vietnam’ı
Yangından mal kaçırma: Terör örgütü ABD’den tanınma istiyor!