|
Suriye"ye dış müdahale neyi getirir?

Kimyasal saldırının akabinde Suriye"ye askeri müdahaleyi gündemine alan Batılı büyük devletler, dünden itibaren bu konuda müdahaleyi öteleyen bir tavır içine girdiler.

Esasen, yüzyılı aşkındır Ortadoğu"ya yönelik batılı devletlerin müdahaleleri, işgalleri eksik olmadığı gibi, bu müdahaleler her zaman felaket üstüne felaket getirmiştir. Cetvelle çizilen yapay sınırların başka türlü sonuçlar doğuracağı elbette beklenemezdi.

İkinci Cihan Harbi"nin akabinde bölgede oluşan statüko, son yıllarda kanlı olaylarla çökme/dağlıma eğilimi gösterdi. Tunus"la başlayıp, Mısır, Libya, Suriye ve Yemen ile devam eden sarsıntı ve çatışmalar, geleceği kestirilemeyen bir seyirde sürmektedir. Devrilen soğuk savaş dönemi diktatörlüklerinin yerine seçimle gelen İslami/siyasal yapılanmaların iktidara taşınmasına rağmen, Mısır"da gerçekleştirilen kanlı darbenin Mısır"ı ve bölgeyi sürükleyeceği muhtemel felaketlerin boyutları, tahmin ettiğimizden bile daha çok sıkıntıya gebe olabilir...

"Arap Baharı-Rebî"u"l-Arab" başladığında Suriye"deki Baas rejimi, Beşşâru"l-Esed"in idaresinde- bir hayli yavaş da olsa- babası dönemindekinden farklı bir seyir içindeydi. Sürekli Beşşar"ın ülke idaresinde beyaz bir sayfa açtığı ve bunu sürdüreceği söylenmekteydi. Nitekim olaylar arefesinde Türkiye ile gelişen ilişkisi de bu yöndeki önemli bir gösterge"ydi. Beşşar Esed"in kısa zaman içerisinde tek başına ciddi iyileştirmelerde bulunacağı da beklenmiyordu zaten. Zira 2000 yılında ölen Hafızu"l-Esed"in kadrosu kolay kolay sökülebilecek bir kadro değildi. Ancak artık iyice yaşlı bir kadroydu.

Ve kendisini yeni kuşaklarda yenileyebileceği beklentisi de yoktu. Tabii ki aynı zamanda İran"ın 1980"lerin başından beri Suriye ile geliştirdiği ilişkiler sözkonusu"ydu. 1980-88 İran-Irak Savaşı esnasında; Suriye, İran"ın yanında yer alan tek Arap ülkesi"ydi. Bu ilişkilerin meyvesi olarak Lübnan"daki Şii nüfus örgütlenmiş, Hizbullah güçlendirilmiş, Şâm"da ise Irak ve Lübnan"dan taşınan Şii nüfusla kocaman Zeynebiye Mahallesi oluşturulmuştu. Yanısıra İran, Şam"da ve Suriye"nin diğer şehirlerinde Şii eğitim merkezleri oluşturmuştu. Ancak Suriye"de dini otorite ve dini kurumlar; Şeyh Ahmed Keftaru, Said Ramazan El-Butî gibi Sünnî/Şafiî Kürt ulemâsının elinde bulunmaktaydı. İran"ın daha çok Nusayrî nüfusunu Şiileştirmeye yönelik eğitim kurumları bir süre sonra , Beşşaru"l-Esed tarafından Şii ulemanın elinden alınarak, Şeyh Ahmed Kafteru ve diğer Şafiî Kürt ulemasının ellerine teslm edilmişti. Siyasi bir azınlık iktidarı yapılanması içerisinde bulunan Nusayrilerin akidelerini yaymak gibi bir fonksiyonları olmadığı gibi, dinî eğitim kurumları da bulunmamaktaydı. Dolayısıyle Nusayrî nüfusun, Kürt Sünnî/Şâfiî ya da Şiî dini eğitim kurumlarında, dinî eğitim almak dışında seçenekleri de bulunmamaktaydı. Nusayrilik, daha çok iktidarı elinde tutan bir azınlığın siyasi/toplumsal kimliğine bürünmüştü.

Türkiye"nin, Suriye ile 80"li ve 90"lı yıllarda gergin geçen ilişkileri; 1999"da Abdullah Öcalan"ın Suriye"yi terk etmesi akabinde tedricen normalleşme seyrine girmiş, Ak-Parti iktidarı döneminde ise çok daha ileri boyutlara taşınarak vizeler kaldırılmış, sınırların mayınlardan temizlenmesi gündeme gelmişti.

Ancak, 2011"de Mısır"ın ardından, Suriye"de de başlayan muhalefet gösterilerinin şiddete başvurularak engellenmesi, olayın yönünü tümüyle değiştirmiştir. Suriye dışında bulunan muhalefeti temsil eden diaspora"nın da 1973 Olayları ve 1982 Hama Katliâmının bıraktığı derin izlerle, silahlı mücadele seçeneğini tercih etmeleri; şiddetin boyutunun çok daha ilerilere taşınmasına yol açmıştır.

Suriye"deki Baas idaresi"nin Hafızu"l-Esed devrindeki alışkanlıkla şiddeti tercih etmesi, katliâmlara girişmesi; zaten yavaş yürüyen reformların tersine çevrilmesine neden olmuş, bir taraftan Selefî zihniyet ve Arap milliyetçliği karışımından oluşan muhalefeti keskinleştirip, daha çok şiddete teşvik etmiş ve aynı zamanda Nusayri nüfusun zamanla yekpare hale gelerek Baas Rejimi çevresinde iyice kenetlenerek o tabanı da şiddet sarmalının içine çekmiştir. Aynı zamanda bu karşılıklı keskinleşme sürecinde, 2011 Eylül-Ekiminden itibaren Suriye dengeleri üzerinde oluşan İran-Rusya-Çin mihveri de; bölgesel ve mezhebi kutuplaşmaları tehlikeli boyutlara tırmandırmıştır. Suriye dengeleri üzerinden oluşan "Mihver Devletleri" kutuplaşması, Suriye"deki olaylara bölgesel veya uluslararası müdahaleyi neredeyse imkansız hale de getirmiştir. Zaten, Batılı devletlerin müdahalelerinin; kan, ateş ve kaostan öte bir sonuca yol açmamış olduğu, yüzyılı aşkın tecrübe ile bilinmektedir. Ki tarihte de bu şekilde cereyan etmiştir. Haçlı Seferleri esnasında Haçlılar, Mısır merkezli İsmâili/Fâtımî Devleti"nin (909-1171) Bağdat merkezli Abbasi Devleti (750-1258) ile rekabeti sonucu; Sicilya, Kıbrıs ve Malta adaları gibi tüm Akdeniz adaları elden çıkmış, Kudüs başta olmak üzere Doğu Akdeniz Haçlıların kontrolüne girmiş, Kudüs, Antakya ve Urfa"da Haçlı krallık ve kontlukları kurulmuş, böylelikle Haçlıların bölgedeki varlığı iki asır sürmüştür.

Bugün de Suûdi Arabistan ve İran"ın İslâm Dünyasında yol açtığı mezhep çatışmaları üzerinden oluşturduğu rekabet; coğrafyamızı benzeri sonuçlara mahkum etmektedir.

Bu Konuya Devam Edeceğiz.

11 yıl önce
Suriye"ye dış müdahale neyi getirir?
Tek bir zamana/ tarihsizliğe hapsedilmeye başkaldıran adam: Kadir Mısıroğlu
Dövizde çözülme hızlandı: Bir haftada 15 milyar USD
“Evine dönemezsin...”
Antisemitizm, 7 Ekim ve Biden’ın Vietnam’ı
Yangından mal kaçırma: Terör örgütü ABD’den tanınma istiyor!