|
Türkiye"de lisan fukaralığı

Türkiye''de neredeyse son yüzyıldır lisanda, farklı lisanlara vukufiyette ciddi bir fukaralaşma yaşanmaktadır. Aslında 20. Yüzyılda çoğu ulus-devletlerin ülkelerine musallat ettiği bir beladır bu. Tek tip, millet/ulus, tek tip vatandaş oluşturmaya yönelik ulus-devletlerin refleks ve uygulamaları sonuçta lisan fukaralığı gibi toplumsal bir trajediye de yol açmaktadır.

Oysaki, Türkiye, imparatorluk bakiyesi bir ülke ve coğrafya olarak lisan zengini sayılacak bir konumdaydı. Kafkaslar ve Balkanlardan gelen göçlerle de aslında bu zenginlik artış göstermişti. Ancak, 20''li yıllardaki devrimler, Harf ve dil devrimleri Türkçey''i, neredeyse büyük bir coğrafyada lingua franca haline gelmiş bir imparatorluk dilini, tasfiye ederek 1928 öncesini unutturan, bu anlamda sil baştan haline ircâ edip, kadükleşen bir ulus-devlet diline dönüştürüp iyice fukaralaştırdı. Ayrıca, “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyaları ile, bazı batı dilleri dışında, farklı dillerde herhangi bir yazışma ve eğitimin yasaklanması, ülke vatandaşlarını farklı dillerden mahrum hale getirmiş.birçok yerel dil ya kaybolmuş ya da iyice içine kapanmıştır.Boşnakça, Arnavutça, Pomakça, Gürcüce, Çerkesçe, Abhazca gibi Rumeli ve Kafkas dillleri bu yasaklardan dolayı birçok bölgede yaşama veda etmiş ya da kullanım alanı iyice daralmıştır. Yanısıra, Kürtçe ve Arapça başta olmak üzere otokton-yerel diller daha ciddi baskılarla, yasaklamalarla belli kırsal kesimlere doğru çekilmiş yeni kuşaklar bazında kendini idame ettirme imkanları çok büyük ölçüde azaltılmıştır.Antik Yunanca''nın günümüze gelmiş son bakiyesi olan Trabzon Pontus Rumcası gibi kadim bir lisan bir kaç yüz kelimeye indirgenmiştir. Halbuki, Trabzon Rumcası üzerinden zamanla üniversitelerde eski/antik yunanca kürsüleri kurulup bu anlamda, yurt dışından eleman getirtilecek şekilde eleman sıkıntısı çekilmeyebilirdi. Mardin, Urfa, Antep, Hatay, Mersin gibi yerlerde yaygın bir şekilde kullanılagelen Arapça da aynı akibete uğramıştır. Özellikle, sınırlar çizildikten ve sınırlarda mayın tarlaları oluşturulduktan sonra, coğrafyalar arasında iletişim ve bağlar koparıldığından bu yörelerde Arapça''nın kullanımı azaldığı gibi, Urfa ve Mardin arapları başta olmak üzere Arapça konuşanlar bu dilde okuma yazma imkanından tamamen yoksun kalarak zamanla ümmileşmişlerdir. Yazı/Yazışma dili olarak pek gelişme göstermemiş olsa bile, Cahiliyye devri Arapçası gibi çok zengin bir sözlü kültüre/geleneğe, kâfiyeli deyimlere sahip olan Kürtçe ise bir taraftan yıllarca uygulanmış olan amansız yasaklar, diğer yandan Stalinist kökenli Kürt solunun ve bunlara yakın çevrelerin modern-ideolojik ulusalcılık ve Türkiye''deki Kemalist tecrübeye öykünme ile harf ve dil devrimi yapmaları sonucu, sözlü gelenek ve deyimler anlamında çok ciddi bir fakirleşme sürecindedir.

Eskiden, Türkiye''nin sınır bölgelerinde yaşayanların büyük bölümü komşu ülkelerin dilleri ile konuşabiliyor, hatta okuyup yazabilmnekteydiler. Cumhuriyet öncesinde Van, Hakkar, Ağrı gibi sınır bölgelerinde yaşlayanların önemli bir bölümü Farsça okuyup yazabildikleri gibi, Farsça mektuplar kaleme alabilmekteydiler. Örneğin, Hakkari''nin Şemdinli, Van''ın Çaldıran kazası veya Doğubayezid''de ikamet eden kimseler istanbul''da saraya Farsça yazılmış arîza gönderebiliyorlardı.Mardin-Urfa, Siirt, Antakya, Antep gibi yerlerde yaşayanlar da,Türkmenler dahil, yazı dili olarak ekseriyetle Arapça''yı kullanmaktaydılar. Siirt''in Şirvan-kürt beyleri İstanbul''a, saraya arîzalarını Arapça olarak yazıp göndermekteydiler.Çeşitli dillerin bir arada kullanıldığı mıntıkalarda buraların sakinleri günlük yaşamda birkaç dili birt arada kullanabilmekteydi. Siirt Araplarının çoğu Arapça''nın yanısıra Türkçe ve Kürtçeyi de günlük hayatlarında rahatlıkla kullanabilmekteydiler. Aynı durum daha güçlü bir şekilde Mardin ve Urfa''da da vilayet merkezleri başta olmak üzere sözkonusuydu. Urfa''da şehir içinde her üç dil tabii bir şekilde kullanılabilmekteydi. Hatta Gayr-i Müslim unsurlar (Ermeni-Süryani) kendi lisanları ile birlikte daha fazlasını kullanabilmekteydiler.

Türkiye''de tek dil dayatması, farklı dillere getirilen yasaklamalar gelinen bu noktanın ana sebebidir. Türkiye tek parti döneminde farklı dillerde konuşmanın jandarma marifetiyle yasaklandığı dönemleri yaşadı. Sadece, farklı dillerde değil Arap harfli Türkçe kullanımının, ya da eski kelimelerden oluşan bir Türkçenin yazımda kullanımının yasaklanması bu trajedinin geldiği son nokta idi.Türkiye''de Türkçe''de harf ve dil devrimi ile yaşanan fukaralaşmanın yanısıra, farklı yerel-otokton diilerin bilinmesi ve kullanılmasında çok büyük oranda gerileme görülmüştür. Sadece bu alanlarda değil aynı durum fazlası ile yabancı dil öğrenimine de yansımıştır. Türkçe ve Kürtçe başta olmak üzere zengin bir ana dile sahip olma imkanından mahrum bırakılan Türkiye toplumu uzun zamandır batı dilleri başta olmak üzere, yabancı dil öğrenme imkanları bir hayli kısıtlanmıştır. Bu yabancı dillerin öğrenimi çoğu zaman kısmen teknik, diplomatik ve ticari düzeyin ötesine geçememektedir. Akademik düzeyde yabancı dil bilme oranı gün geçtikçe düşüş kaydetmektedir. Akademik çevrelerde yabancı bir dil, bir batı dili ile meramını ifade edebilme, hatta bir metin yazabilme imkanı önemli ölçüde kaybolmuş durumdadır. Örneğin, coğrafyamızın tarih ve arşiv kaynaklarına ilişkin zengin verileri barındıran Rus, Ceneviz ve Venedik kaynaklarını, arşivlerini rahat bir şekilde çalışabilecek şahıslar çok nadir bulunmaktadır. Bu vaziyet, batı dilleri dışındaki diller sözkonusu olduğunda daha vahim bir noktadadır.Arapça ve Farsça''ya olan vukufiyet akademik dünyada oldukça azalmış olup, ender hale gelmektedir. O yüzden, çeşitli İslami ilim dallarındaki birçok eser, özellikle yazma eserler el değmeden durmaktadır. Tarih alanına gelindiğinde, Arapça ve Farsça kaynaklar iyice garip kalmaktadır. Arap ve Fars dili edebiyatı bölümlerinde dahi bu dillerin öğrenim ve kullanımında çok ciddi zaaf görülmektedir. Mesela Telhis, Şerhi Muhtasar ve haşiyelerindeki şiirlerle veya bunların basılmış şerhleriyle kaç Arap dili edebiyatı filologu ilgilenir? Bundan kaç yıl önce Şerefnâme''nin yeniden Farsça aslından tercüme edilmesi için bir komisyon kurulması teşebbüsünde bulunmuştuk, ancak Farsça''dan bu önemli tarihi birlikte tercüme edecek düzeyde Farsça bilen, İstanbul''da bir tarihçi, ikinci bir kişi bulamadık. Anadolu Selçukluları dönemine ilişkin çok önemli bir kaynak olan Kadı Ahmed En-Nigidî''nin “El-Veledu''ş-şefîk” adlı Farsça eseri biri İngilizce iki makale ve bir tez dışında hiçbir şekilde çalışılmamıştır. (Kütüphanelerimizde tek yazma nüshası bulunan bu eserin tıpkı basımı, kısmet olursa, hazırlamakta olduğumuz indeksi ile birlikte yayınlanacaktır.) Yine aynı şekilde, Kemaleddin Muhammed Ali bin Abdirrahman bin Es-Serrâc Ed-Dimeşkî''nin yazma halindeki “Teşvîku''l-Ervâh Ve''l-Kulûb İla Zikri Allâmi''l-Ğuyûb” ve “Tuffahu''l-Ervâh Ve Miftâhu''l-irbâh” adlı 715/1315-16 tarihli Arapça eserlerinin yayına hazırlanıp tercüme edilmesi konusunda da benzer bir teşebbüste bulunmamıza karşın, bugüne kadar akademik çevrelerden birkaç kişi dışında kimse bu çalışmada yer almaya cesaret edemedi.

Halbuki, Osmanlı''nın son dönemlerinde bile batı ve doğu dillerini bir arada bilen, ulemâ bir tarafa, birçok aydın, gazeteci ve edebiyatçı dahi bulunmaktaydı. Sadece Namık Kemal, Ziya Paşa, Muallim Naci, Ebuzziyâ Tevfik, Şemseddin Sami, Naîm ve Abdül Fraşeri kardeşler örnek olarak yeterlidir. Namık Kemal Renan Müdafaanâmesinde bu anlamda müsteşriklere cevap verebilirken, Muallim Naci Arap ve Fars edebiyatına ilişkin eserlere takrizler yazabilmekte, Ebuzziya Tevfik çeşitli dillerden tercümeler yapabilmekte, Fraşeri kardeşler ise, Arapça, Farsça ve Fransızca dahil.çeşitli lisanlarda gramer kitapları ve sözlükler kaleme alabilmekteydiler.

Oysa bugün Türkiye''de filoloji bölümlerinde dahi bu anlamda çok büyük gerileme görülmektedir. Çeşitli filolojik alanlarda mahir olanlar neredeyse parmakla gösterilmektedir.

12 yıl önce
Türkiye"de lisan fukaralığı
Sosyal medya özgürlükçü mü demiştiniz?
Nevruz’da Türk Bayrağı
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı