|
Tupac Amaru’dan Tupac Shakur’a uzanan bir yılan hikâyesi

Bu hafta size bir hikâye anlatacağım, bir yılan hikâyesi. Başı durmadan kesilen ve her seferinde yeni baş çıkaran bir yılanın hikâyesi bu. Parlayan Yılan’ın… Ölüp ölüp dirilen bir yılanın hikâyesi… Hikâyesi hiç bitmeyen, arkası sonraki yüzyılda dedirten bir hikâye…

Geçenlerde Peru’daydım. Patatesin anavatanında. Elbette “ceviche”siyle de (seviçe: taze çiğ balık veya deniz ürünlerinden yapılan bir yemek) ünlü olan ülkede.

Peru, Latin Amerika’nın en önemli turizm merkezlerinden. Kelimenin tam anlamıyla balta girmemiş yağmur ormanları ve amazonlar ülkenin cazibe merkezlerinden. Armadillo, timsah, jaguar, kara panter, puma ve flamingo gibi hayvanları görmek isteyenler bu bölgeye uğruyor.

30 milyondan biraz daha fazla bir nüfusa sahip, ancak nüfusunun hemen hemen yarısı sadece başkent Lima’da yaşıyor. Bolivya ve Guatemala ile birlikte nüfus çoğunluğu Kızılderili halkın olduğu üç ülkeden biri Peru. Nüfusun yüzde 45'i kızılderili kökenli. Bu halklar Quechua ve Aymará dillerini konuşuyorlar. Yüzde 37’si melez, yüzde 15 kadarı Avrupa kökenli, geri kalan yüzde 3 ise Afrika ve Asya kökenli.

Aslında bütün bunlar hikâyeye zemin olsun diye söylediğim şeyler… Hikâyemiz tam olarak Peru’nun diğer bir önemli şehri Cusco’da geçiyor.

Cusco’yu önemli kılan, yakınlarında bulunan efsanevi İnka şehir harabesi Machu Picchu kalıntıları. Machu Picchu, bir zamanlar İnka Krallığının merkeziydi.

İnka, Latin Amerika tarihinin en görkemli imparatorluklarından biriydi, 1200 yılı civarında oluşmuştu ve bugünkü Kolombiya, Ekvador, Peru, Bolivya, Arjantin ve Şili’nin büyük kısmına kadar genişlemişti.

İspanyollar kıtadaki bütün medeniyet ve kültürleri yok ettikleri gibi 1532’de İnkaların da kökünü kazımaya giriştiler. İspanya Krallığı adına İnkaların başkenti Peru’da Peru Valiliği'ni kurdular, bu valilik, zirvesine ulaştığında bugünkü Panama'dan, kıtanın en güney noktasına kadar uzanmıştı. Ülke, 1821’de bana kalırsa Latin Amerika’nın en görkemli devrimcisi Simón Bolívar tarafından kurtarıldı ve bağımsızlığını kazandı.

İspanyollar 1532’de başladıkları kıyımda Son İnka Kralı Tupac Amaru’yu da katletmişlerdi. Tupac Amaru yerlilerin dilinde “parlayan yılan” anlamına geliyordu. Ve yılan hikâyesi de böylece başlamış oldu. Bu kıyım aynı zamanda bir kıyamın habercisiydi.

Son İnka Kralı Tupac Amaru’nun öldürülmesinden yaklaşık iki asır sonra, Jose Gabriel Condorcanqui adında bir adam doğdu. Sonradan “Tupac Amaru II” adını aldı. Aynı soydan geldiği söyleniyordu ve adını değiştirmesinin bir anlamı vardı. Son İnka Kralı Tupac Amaru’nun küllerinden dirilmek.

Nitekim öyle de oldu, Tupac Amaru II, 1780’de İspanyollara karşı tarihin en büyük yerli isyanını başlattı. Direniş çağrısı, birçok Kızılderili kabilesine ulaştı ve Kızılderililer onun öncülüğünde İspanyollara karşı bir kurtuluş savaşı başlattı. Ancak, 1 yıl kadar bu direnişin sonunda, o da son İnka Kralı Tupac Amaru gibi İspanyollar tarafından katledildi. Ayaklarından ve kollarından atlara bağlandı ve çığlıklar atıp parçalanarak vahşice öldürüldü. Ancak, çığlıkları geleceğe doğru tarihte yolculuk yapmaya başlamıştı. Adı, yüzyıllık yalnızlığın değil, yüzlerce yıllık direnişin sembolü oldu.

Dedim ya bu, ölüp ölüp dirilen bir yılan hikâyesidir diye… Onun ölümünden asırlar sonra, yine Peru’da Tupac Amaru Devrimci Hareketi (İspanyolca: Movimiento Revolucionario Túpac Amaru, kısaltması MRTA) adıyla devrimci bir örgüt kuruldu. MRTA adını, Inka halkının son yerli lideri Túpac Amaru'nın isminden ve 18. Yüzyılda yaşamış, Túpac Amaru II'ye duyduğu bağlılıktan alıyordu. Hedefleri, ülkeyi emperyalist unsurlardan kurtarmak ve sosyalist bir devlet inşa etmekti.

Ben onları, 1996 Aralık’ında, Peru’daki Japon elçiliğini basarak gerçekleştirdikleri rehine kriziyle tanımıştım. Son büyük eylemleri de buydu. On dört MRTA üyesi, Japon büyükelçisinin Lima'daki malikânesini işgal etti, 72 rehineyi 4 aydan fazla süre ellerinde tuttu, Nisan 1997'de Japon asıllı Başkan Alberto Fujimori'nin emri altındaki silahlı kuvvetler malikâneye saldırdı, MRTA militanları o sırada elçilikte futbol oynuyorlardı, kelimenin tam anlamıyla bir kontra atakla golü yediler. Rehinelerden sadece biri öldü, 14 MRTA militanı öldürüldü.

1996’da bir başka Tupac fenomeni daha yaşanmıştı. Aslında o, çok daha önce fenomen halini almıştı ama ben onu öldüğünde tanıdım. Tupac Shakur.

Tupac, “gangsta rap”in en önemli isimlerinden biriydi. Muazzam şarkılara imza atmıştı. Şarkılarının birçoğu varoşlardaki şiddet, ırkçılık, sosyal sorunlar, Doğu Yakası-Batı yakası kavgası ve diğer rapçilerle yaşadığı sürtüşmeleri anlatıyordu. O kadar üretken bir şarkıcıydı ki, öldükten sonra birçok albümü yayınlanmıştı. Ölümünden on yıl kadar sonra, 2007’de 75 milyon üzerinde albüm satmayı başarmıştı. Böylece tüm zamanların en çok satan rap şarkıcılarından biri oldu. Sonraki yıllarda birkaç ankette tüm zamanların en büyük rapçisi seçildi. Ama o sadece bir şarkıcı değildi. Aynı zamanda şair, aktör, senarist ve yapımcıydı. “2Pac” diye de biliniyordu. Neredeyse bütün ailesi; annesi, babası, üvey babası, amcası, yengesi.. hepsi Kara Panterler üyesiydi.

Outlawz adlı bir grup kurmuşlardı ve grubun tüm üyeleri dünya sisteminin dışladığı karakterlerden esinlenen isimler taşıyorlardı. Şöyle ki: Hussein Fatal (Saddam Hüseyin’den ilhamla), Kadafi (Muammer Kaddafi’den ilhamla), Kastro (Fidel Castro’dan ilhamla), Komani (Ayetullah Humeyni’den ilhamla), Napoleon (Napoleon Bonaparte’dan ilhamla), E.D.I. Mean (Idi Amin’den ilhamla), Big Syke - Mussolini (Benito Mussolini’den ilhamla)…

İlginç bir hayatı vardı; hem bir pop star, hem azılı bir gangsterin harmanlanmış haliydi onun yaşamı. Zaten, ölümünden birkaç ay önce verdiği bir demeçte, rap müziği bırakıp gangster olmak istediğini söylemişti.

Ama benim asıl ilgimi çeken adındaki Tupac Amaru isminin kaynağıydı. Acaba Tupac Amaru ile bir ilgisi var mıydı… Keza, doğum adı Lesane Parish Crooks idi. Fakat annesi daha sonra onun adını "Tupac Amaru Shakur" olarak değiştirmişti. Shakur, üvey babasının soyadıydı, Arapça “şükür”den geliyordu.

'Tupac Amaru' isminin gizemi ise sonradan annesinin demeçleriyle anlaşıldı. “Ben oğlumun yerli halkın bir devrimcisinin adını taşımasını istedim. Kendisinin bir mahallenin parçası değil, küresel bir kültüre ait olduğunu bilmesini istedim."

Aslında, oğluna verdiği bu isim, "Ant dağları ülkelerinde yaşayan yerli halklarla Afro-Amerikalı savaşçılar arasında bir köprüydü. Devrimciliği, Karl Marx, Friedrich Engels ve Vladimir Lenin gibi beyaz insanlarla değil, renklilerle bağ kurarak anlamlandırmak istiyorlardı.

Tupac Amaru II, aradıkları devrimciydi. Hip-Hop ya da rapçi Tupac Shakur’un şarkıları da yerli halkların devrimcisi Tupac Amaru’nın çığlıklarıydı bir bakıma. O da bir röportajında, "Bir şef, halkının lideri özgürlük için savaşan Tupac Amaru adında bir adam var, halkının özgürlüğü için savaşan bir lider. Ben de onun gibi bir savaşçıyım” demişti.

O da öldürüldü. Ama onun da çığlıkları, şarkıları geleceğe doğru yol alıyor. Aslında bu yazıyı 20 yıl önce yazmayı düşünmüştüm. Ancak, yazı da bir yılan hikâyesine dönüşmüştü. Kısmet, bugüneymiş. Öyle sanıyorum ki, bu yılan hikâyesi hiç bitmeyecek…

#Tupac Amaru
#Tupac Shakur’a
#Latin Amerika
#Müzik
6 yıl önce
Tupac Amaru’dan Tupac Shakur’a uzanan bir yılan hikâyesi
Asker neden bağırır?
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü