Bu zamanı idrak edenler çelişki içinde kaldı. Bir yanda elden kayıp giden “eski dünya” öte yanda kimbilir neler vaat eden “yeni dünya”.
Attan, eşekten inip otomobile binmek zaman ve mekan duygusunu allak-bullak etmiştir. Bu nesiller bu sebeple şaşkın, kararsız ve acizdir. Eskiyi muhafaza artık mümkün değildir. Yeniye uyum sağlamak en az onun kadar zordur.
“Yeni” olan çekici ve heyecan vericidir. İnsanoğlu yeninin cazibesine kapılabilir. “Değişim” kışkırtıcıdır. Size imkânlar sunar. Hayat daha kolay, daha zengin, daha tatlı, daha doyurucu olacaktır.
Ancak “eski”nin sıcak ve koruyucu kucağından ayrılmak zordur. Alışmışsınız bir kere. Kişi alışkanlıklarını kolay terkedemez. Varlığını kumara yatıramaz. Eskiler “yeni” karşısında tedirgindir, çekingendir.
Çünkü biz o domatesi kendi bahçemizde, tarlamızda yetiştirip yedik. Olmadı köylüden aldık, pazardan aldık yedik.
Şöyle elinle yardığın zaman “domates kokusu” yayılırdı. Tuzlayıp ısıra ısıra ye. O tat, o su, o rayiha. Nasıl tarif etmeli?
Bu işe kafa yoran bilim insanları domatesin eski tadını geri getirmek için uğraşıyorlarmış.
Boşuna bir çaba.
Şöyle ki: Eski domates “endüstri domatesi” gibi raf ömrü uzun, hastalıklara dirençli, verimi fazla bir sebze değildi. Domates üreticileri “eski”yi istemez. Çünkü işlerine, yani kazançlarına yaramaz. Zaten o tohum kayboldu. Tohumu bulsanız bile, toprağı bulamazsınız. Çünkü geçen zaman içinde toprak kirlenmiştir. Asit yağmurları ile zehirlenmiştir. Zaten “bilim” topraksız domates üretmeye başladı. Eskiye rağbet kalmadı.
Eskinin domatesini isteyenler hâlâ damaklarında o tadı duyabilenlerdir.
Yeni nesillerin böyle bir isteği olamaz, çünkü bir kıyas yapamazlar.
Yaşadığımız şu günler eskiye nazaran her açıdan “ileri(!)” sayılmıyor mu? “Eski”nin nesini özleyebiliriz acaba?
Hayatın “tadı-tuzu” diyeceksiniz.
Boşuna zahmet. Eğer hayatın tadı-tuzu kalmadı diyorsanız, sizin de fazla bir ömrünüz kalmamış demektir.
Her ne kadar “organik tarım” övgüleri yapılıyorsa da (ki ben bunu çok yaptım, tavsiye ettim) bu seçimde dahi “pazar payı” gözetilmektedir. Ayrıca “organik tarım”ın ne kadar “organik” olduğu da çok su götürür.
Bu şartlar altında “domatesin eski tadı”nı nasıl geri çağırabiliriz?
Tohumcuk üzerinden geçen tarım âlet ve makinalarının çelik pençelerinin sarsıntısından paniğe kapılır. Gökyüzünü yırtan uçakların motor sesini duyarak ürperir. Toprağa serpilen tarım ilaçlarının zehri kendine ulaşınca ne yapacağını şaşırır. İmdat diyerek etrafına bakınır. Bir patırtı börtü-böcek tüm komşularını ürkütmüştür. Etrafta ne solucan, ne fare, ne köstebek kalmıştır. Sade onlar mı? Tarla kuşları, turnalar, leylekler ve bilumum kuş ahalisi terketmiştir tarlayı.
Tarlayı asırlardır süren tanıdık çiftçinin türküsü de artık duyulmuyor.
Toprağın üzerinde küresel ısınmanın homurtusu var.
Tohumcuk bu ahval içinde nasıl kabuğunu çatlatsın, o narin filizlerini yeryüzüne nasıl çıkarsın?
Kafasını topraktan çıkarsa ne görecek? Ferah ve berrak “eski” dünya yerine, kasvetli ve dehşetli bir “yeni” dünya.