|
Kâr yerine dua

Büyük şirketlerin oluşumlarını yakından inceleyince, bugün de ancak değer bilenlerin kalıcı, uzun soluklu işler yapabildiğini anlamaya başladım. Rakamlar önemlidir, fakat hayat rakamlardan ibaret değildir. Kazanç kapıları, insanların sizden gördükleri anlayışa bağlıdır...

Osmanlı iktisat tarihçisi Donald Quataert''ten öğrendiğim çarpıcı bir gerçek: Osmanlıları, sanayi devrimini gerçekleştirmiş Avrupa karşısında gerileten önemli faktörlerden biri "kalite aşkı" idi. Yanlış anlamayın: Avrupalıların değil, Osmanlıların kalite aşkı. Tıpkı bugünün Çin malları gibi, ucuz fakat kalitesiz İngiliz kumaşları Osmanlı imalatçılarının baş belası oldu. Aklı evveller hemen şöyle diyebilir: "Kardeşim, onlar da kafalarını kullanıp, ucuz kumaş yapsalardı!"

Hayır, "Onlar" ucuz iş yapamazlardı. Buna akılları erse de, kalpleri yatmazdı. Çünkü sadece kazanç için iş yapıyor değillerdi. Diktikleri mintan veya ayakkabıyı giyecek adamın parası kadar, duasına da taliptiler. "Şu ustadan Allah razı olsun; anası babası nur içinde yatsın. Ne de güzel dikivermiş mintanı!" tarzında samimi bir dua almak, bilmem yüzde kaç kâr etmekten daha önemliydi.

Birkaç yıl önceki bir ayakkabı fuarında "kırk yıllık ayakkabıcı" Hasan Usta ile tanışmıştık. Ayakkabılarına el emeği ve göz nuruna ilave olarak dualarını da katan bu nesli tükenmiş zanaatçı, çağa meydan okurcasına "emek maneviyattır" diyordu. Kendisiyle ropörtaj yapmakta olan Kanal 7 muhabiri şaşkındı: "Nasıl, ayakkabılarınıza dua mı ediyorsunuz?" Evet, diyordu Hasan Usta: "Pençelerine tek çivi çakmadığım her ayakkabının bitiminde, Allah''a şöyle dua ederim: Yüce Allahım, bu ayakkabıyı giyenleri yanlış yolda yürütme, harama, kötülüğe adım attırma. Onları koru, emeklerini bereketlendir!"

MUSTAFA KUTLU''YU ANMANIN TAM ZAMANIDIR

Büyük hikâyecimizin en fazla önemsediğim kahramanlarından Yorgancı Hafız Yaşar da diktiği yorganlarla konuşmuyor muydu? Hafızla, yorgan dikmek için kullandığı pamuk arasına "kâr/zarar endişesinden daha fazla şeyler" girmiyor muydu? Pamuk, Hafız Efendi''ye hâl tercümesini anlatıyor, o da şöyle demiyor muydu: "Pamuğu incitmekten korka korka okşuyorum. Sevildiğini anlıyor, gözlerinin içi gülüyor. Daha birkaç gün birlikteyiz. Ona şimdiden müjdeli haberi verebilirim. Bak, diyorum. Bu yorgan Zeynep kızın çeyizine dikiliyor. Tanıdın değil mi Zeynep''i? Hani geçende annesi ile geldilerdi. Ha, diyor, yanakları pençe pençe kızarık taze değil mi? Evet, diyorum, o işte. Güzel, alımlı, temiz, tertipli bir kız. Seni yüklüklerde lavanta kokularına boğar, her bahar güneşe çıkarır, tasalanma." (Bu Böyledir, İstanbul: Dergâh Yayınları.)

Hasan Usta''yı en fazla kızdıran şey, bazı "kendini bilmez"lerin pazarlık yapmaya kalkmalarıydı. Emeğin fiyatı mı olurdu? "Bana diyor ki 300 milyon olmaz mı? Olur, dersem, çalmam lâzım; bunu anlamıyor. Bi daha üsteledi mi, 100 milyar diyorum. O kadar!" Öyle anlaşılıyor ki, Hasan Usta''nın devrinde birçok şeyin fiyatı bilinmiyor, ama her şeyin değeri biliniyordu. Bugünse her şeyin fiyatı biliniyor, fakat hiçbir şeyin değeri bilinmiyor.

Yerli veya yabancı, bazı büyük şirketlerin oluşumlarını yakından inceleyince, bugün de ancak değer bilenlerin kalıcı, uzun soluklu işler yapabildiğini anlamaya başladım. Rakamlar önemlidir, fakat hayat rakamlardan ibaret değildir. Japonların ünlü Matsuşita firmasının hikâyesini okurken bunu çok net görmüştüm. Sony veya Toyota gibi adlara aşina olanlar Matsuşita ismini pek bilmezler. Fakat ürünlerini gayet iyi bilirler. National veya Panasonic markalarını tanımayan yoktur. Konosuke Matsuşita, işte bu dünyaca ünlü markaları imal eden Matsushita Electric''in (ME) kurucusudur ve ME dünyanın ilk beş elektronik ürün imalatçısından biridir.

Sarsıntı ve yara kuvvete dönüşür

Bay Konosuke 1989 yılında bu dünyadan göç etti ve bir yıl sonra Harvard işletme hocalarından John Kotter onun işletme dehasını araştırmaya başladı. İş hayatında büyük liderliğin köklerini yakalamak ve uyarlanma yeteneğine sahip örgütlerin nasıl geliştirilebileceğini öğrenmek isteyenler Konosuke''nin hayat hikâyesinden çok şey öğreneceklerdir.

Matsuşita efsanesi sıradan bir şirket hikâyesi değil, sarsıntı ve yaralardan kuvvet bulma serüvenidir. Büyük başarıların ahlâki temellerinin hikâyesidir. Ne Sony''nin kurucusu Morita gibi yakışıklı ve konuşkan, ne Honda gibi aşırı inatçı ve dünyaca ünlüydü. Fakat bütün büyük liderlerin yaptığını o da yaptı: Büyük insan gruplarını motive etti. Ve ülkesinde bileğinin hakkıyla halk kahramanı mertebesine ulaştı.

Ondokuzuncu yüzyılın sonlarında (1894) doğan Konosuke, bağımsız çalışmaya başladığında 23 yaşındaydı ve cebinde 100 Yen parası vardı.

Onbeş yıl sonra hatırı sayılır bir şirketin sahibiydi ve elemanlarına bunun sırrını şöyle açıklıyordu:

"İş yaptığınız insanlara kendi ailenizin fertleriymiş gibi muamele edin. Kazanç kapıları, insanların sizden gördükleri anlayışa bağlıdır... Satış sonrası hizmet, satış öncesi yardımdan önemlidir. Ancak güleryüzlü hizmet sayesinde daimi müşteriler kazanırsınız... Müşteriye görünüşü cazip gelen malları değil, işlerine yarayacak malları satın... Bir tek kağıt parçasının bile israfı, ürünün fiyatını o nispette arttırır, unutmayın!.. Elde mal kalmamasının tek sebebi dikkatsizliktir. Böyle bir durumda kibarca özür dileyin, müşterinin adresini alın ve siparişi tez elden kendisine ulaştırın."

Masahiro Mukasa onunla çeyrek yüzyıl çalışan bir yöneticiydi. Patronu hakkındaki en dikkate değer tesbitleri şunlar:

Çok çalışır ve insanları çok büyük bir dikkatla dinlerdi. Muhtemelen resmi eğitiminin kıt olması yüzünden, başkalarının sözlerine aşırı kulak kesilirdi. Kendi fikirlerini oluştururken, bu şekilde edindiği bilgileri ustaca kullanırdı. Kazandığı onca paraya rağmen, hiç zengin insan pozu takınmazdı; zaten kazandığı parayı da lükse harcamazdı. Maneviyata büyük önem verir, aklını ve ruhunu yüceltmeye bakardı. Başka insanları geliştirmeden, kendini de geliştiremeyeceğine inanırdı. Dolayısıyla onun gözünde başkalarına yardım, kendi kendine yardım demekti. Bu fikirler onun için adeta birer dini inanç mesabesindeydi. Başkalarının işbirliği

olmadan amaçlarını gerçekleştiremeyeceğini söylerdi hep. Karşısına alıp konuştuğu her insana şu izlenimi verirdi: "Sen olmasan, bu kadar başarılı olamazdık!"

GENÇLİK, ARZU VE HEYECANDIR

Kotter''e göre, Konosuke''nin geleceği gençliğinde şekillenmişti. Onun içindir ki, Samuel Ullman''ın bir şiirini ezberlemiş ve yeri geldiğinde başkalarına okumaktan zevk alırmış: "Bir hayat çağı değildir gençlik, bir zihin durumudur. Arzu, tahayyül ve heyecandır. Cesaretin çekingenliğe galebesi, serüven iştahıdır gençlik... Diyeceksiniz ki, bunlar yirmisindeki gençten çok altmışına merdiven dayamışta bulunur. Evet, sadece yılların geçmesiyle yaşlanmıyoruz; ideallerimizden koptuğumuz ölçüde yaşlanıyoruz."

Büyüyen her organizma gurura kapılır ve çoğu zaman istikamet şuurunu kaybeder. Matsuşita Elektrik de 1932 yılında böyle bir yön şaşkınlığı yaşadı. Şaşkınlığı gideren şey, şirkete yeni bir misyon biçme arayışı oldu. Arayışın ilham kaynağı ise dini bir tarikat idi. Matsuşita müşterilerinden biri tarikat üyesi olmuş ve dini inancın verdiği ferahlıkla işlerini yoluna koymuştu. "Hayatımın ilk defa yaşanmaya değer olduğunu hissediyorum" diyordu. Bu sevinci başkalarıyla paylaşmak, özellikle de Bay Konosuke Matsuşita''yı tarikata aşina kılmak için çırpınıp duruyordu.

Matsuşita belirli bir dine inanmadığından, tarikatlara karşı sıcak değildi. Fakat adamın heyecan ve samimiyetinden etkilenmişti. "Adamın mutluluğu yüzünden okunuyordu." Tenri kentindeki Tenrikyo tarikatını ziyaret etmemek olmazdı artık. Tarikata ait binaların mimarisi ve temizliği daha ilk anda Konosuke''yi çarpmıştı.

Ya insanlar? İbadet edenlerin sessizce gösterdikleri saygı, ziyaretçilerin çokluğu, şakirtlerin aşikâr gayretleri ve mâbetleri inşâ etmekte olanların enerji düzeyleri çarpıcıydı. Bu insanlar hiçbir ücret almıyor, buna rağmen coşku ve memnunluktan kablarına sığmıyorlardı. Bay Konosuke Osaka''ya döndüğünde muhayyilesi dopdoluydu:

Mutlu insanlar, çalışkan insanlar, üstelik hiçbir ekonomik teşvik sözkonusu değilken! Tarikata girmedi, ama pragmatik bir işadamı olarak bu tecrübeden çok etkilendi. Kendi şirketini de bir şekilde bu dinî organizasyon kadar "anlamlı" hale getirebilirse, insanlar hem daha mutmain, hem daha üretken olabilirdi.

Gelecek nesillerin mutluluğu için çalışmalıyız!

Bir süre sonra 168 üst düzey yöneticisini şirket kulübünde topladı. Önce onlara geçmişteki başarılarını hatırlattı: 15 yıl içinde 1100 kişinin çalıştığı, 10 fabrikası, 280 kayıtlı patenti olan üç milyon yen cirolu bir şirket meydana getirmişlerdi. Sonra Tenrikyo tarikatında gördüklerini anlatarak sözünü şöyle bağladı: "Bir imalatçının misyonu yoksulluğu altetmek, toplumu bütünüyle sefaletten kurtarmak ve onu zenginleştirmek olmalıdır. Girişimci ve imalatçı bütün ürünleri tıpkı içme suyu gibi ucuz ve tükenmez hale getirmelidir. Bu gerçekleştiği zaman, yeryüzünden yoksulluk kalkacaktır."

Konuşma dinleyenlerin çoğunu etkilemiş, bir kısmını şüpheye düşürmüştü.

Yoksulluğu ortadan kaldırmak bu para babasının mı arzusuydu?

İki veya üç asır mı geçmeliymiş? Bir kısmının ise gözleri yaşarmış, kendilerini Konosuke''nin yarı-dini heyecanına kaptırmışlardı.

Şüpheciler zamanla Konosuke''nin sosyalist veya Konfüçyen bir işletme peşinde olmadığını, yani kârdan vazgeçmeye değil, "gerekli" mal ve hizmetleri mümkün olan en düşük maliyetlerle üretip satmak suretiyle topluma hizmet etmeye yöneldiğini anlayıp seslerini kıstılar.

Matsuşita''nın misyonunu açıklayan ilkeler:
  • Halka hizmet.

  • Hakkaniyete riayet ve dürüstlük.

  • Ortak dava yolunda takım çalışması.

  • Kesintisiz gelişme çabası.

  • Nezaket ve alçakgönüllülük.

  • Doğal yasalara uymak.

  • Nimetlere şükretmek.

  • 17 yıl önce
    Kâr yerine dua
    İslâmî hareketten kavramlar savaşına…
    Yaşama Sanatı ve Sinema
    Bizim sorunumuz ne?
    İran’da değişimin ayak sesleri…
    İslâmcılık, milliyetçilik ve tam bağımsızlık