|
Medeni Kanunun dili

Türk Medeni Kanun tasarısı, her çarşamba Adalet Komisyonu''nda tartışılıyor. Tasarıda, önsöz, dil ve vakıflar haricinde, bir de en fazla aile hukukunda, evliliğin genel hükümlerinde ve mal rejiminin tespitinde tartışma çıkacak.Türk Medeni Kanun tasarısı, her çarşamba Adalet Komisyonu''nda tartışılıyor. Bu tasarı, mal rejimi ve aile hukukundaki birkaç yenilenmenin haricinde, mevcut Medeni Kanunun dilini sadeleştirmekle yetiniyor. Bu yüzden tasarının muhtevasını tartışmadan önce, lisanı üzerinde durmak isterim.

Ecevit lisanı

Tasarının gerekçesinde, "yenileştirilen kavram, deyimler ve terimler" başlığı altında, terk edilen kelimeler sıralanıyor. Rüşt yerine erginlik, tehdit yerine korkutma, hata yerine yanılma, teferruat yerine eklenti, teberru yerine karşılıksız kazandırma, taksim yerine paylaşma, istifa yerine çıkma, hile yerine aldatma vs kullanılacak.

İş, sadece terimlerle sınırlı kalsa iyi. İmkân yerine olanak, şart yerine koşul, ihtimal yerine olasılık, istisnai yerine ayrık, tedbir yerine önlem, kâtip yerine yazman, aidat yerine ödenti gibi kelimeler kullanılıyor. Türkçemize yerleşmiş tahsis kelimesi de bu dil katliamından payını almış; tasarıda sık sık özgüleme sözcüğüne rastlıyorsunuz.

Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk''e, sadeleştirme adı altında yürütülen bu kelime düşmanlığının sebebini sorduk: "Anayasa dilini kullandık" dedi.

Oysa Anayasa''da "imkân" var, "şart" var, "ihtimal" var, "istisna" var , "tedbir" var vs...

Bu, Anayasa dili değil; olsa olsa Ecevit lisanı.

Yaşayan Türkçe

Uydurma kelimelere karşı yıllar önce Tercüman''da bir mücadele başlatmıştık; "Yaşayan Türkçe" bu mücadelenin galibi olmuştu. Yaşayan Türkçe, yani herkesin zorlanmadan anlayabileceği, kelimelerin soyuna sopuna bakmadan, lisan ırkçılığı yapmadan kolayca konuşabileceği bir Türkçe.

Türkçe bizim hem mazi ile bağımız, hem Türkiye hudutları dışında yaşayan diğer Türklerle irtibatımızı kuran bir kültür zinciri. Sözgelimi bizim dilimizden atmağa çalıştığımız kelimeler, bugün Çin Halk Cumhuriyeti sınırları içindeki Uygur bölgesinde veyahut Azerbaycan''da kullanılmaktadır: Hâkimiyet, vilâyet, şehir, medeniyet, alâka, meselâ, hikâye, vazife, nihayet, selâmet, iktisadî, içtimaî, mektep, cemiyet, münasip, muhafaza, iradi, rehber, münevver vs gibi kelimeler, Türkiye Cumhuriyeti''nin sınırlarını aşmış ve dış Türklerle aramızda bir kültür köprüsü kurmuştur.

Kelime düşmanlığı, -bilerek veya bilmeyerek- hem bu ortak bağı koparma, hem de bizi köksüz bir millet haline getirme çabalarının ürünüdür. Kelimeler canlı varlıklar gibidir. Onlar da doğarlar, halkın dilinde çeşitli ve farklı anlamlar kazanarak uzun yıllar yaşarlar ve günün birinde hayatiyetlerini kaybedebilirler. Dayatmayla, kelimeleri katlederseniz o zaman fikir hayatını güdükleştirir, kültür birikimini berhava etmiş olursunuz.

Kelimeler yabancı kökten gelmiş olsalar bile, sesleriyle milli olurlar. Türkçe tıpkı İngilizce gibi bir imparatorluk dilidir. Fethedilen topraklardan çok sayıda kelime alınmış, ama bu kelimeler Türkçe''nin sesleriyle yoğrularak yeni manâlar kazanmıştır. "Meselâ Türk milleti, Acem dilindeki Came-şuy kelimesini almış çamaşır demiş. Guuşe kelimesini almış köşe demiş. Şüban kelimesini almış çoban demiş. Ceharşenbih, Çarşamba; Pencşenbih, Perşembe olmuş. Hatta Ceharşenbih''ten Çarşamba Pazarı, Çarşambanın gelişi, Dokuz ayın son Çarşambası gibi deyimler üretmiş. Arapça''dan Heva kelimesini almış, hava demiş; böylece kelimeye daha ferah ve engin bir ses ve manâ kazandırmış. Farsça''ya Yunanca''dan geçme Külbe kelimesi Türkçe''de kulübe, Bizanslıların Ayanicola''sı İnegöl, Adriyanapolis''i ise Edirne olmuş.

Çamaşır, köşe, çoban, Çarşamba, Perşembe, hava, kulübe, İnegöl, Edirne kelimeleri Türkçe''dir. Çünkü bu kelimelere bu sesi Türk milleti vermiştir."

Yukarıdaki cümleler Nihat Sami Banarlı''nın yıllar önce yazdığı "Türkçe''nin sırları" kitabından alınmıştır.

Görüldüğü gibi, tartışma bir türlü sona ermiyor. Adalet Komisyonu''nda da sık sık bu kelime düşmanlığı üzerinde duruyoruz.

Akif''in yorumu

Bir kelimeyi katlettiniz mi, onu, bütün farklı anlamlarıyla, mecazları ve deyimleriyle birlikte ortadan kaldırıyorsunuz.

Adalet Bakanı''na sordum: "Hâkimin yerini yargıç alırsa, denize hâkim bir ev yerine, denize yargıç bir ev mi diyeceksiniz? "Manâ"yı terkedip "anlam" derseniz, "manidar" yerine "anlamdar"ı mı kullanacaksınız? "Akıl", "us" olursa, "akıllı, uslu" deyimi, "uslu uslu" olarak mı değişecek? "Şartı" "koşul" yaparsanız, şart yerine koşul mu koşacaksınız?"

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.

Bundan neredeyse bir asır önce Mehmet Akif sadeleşme adı altında yürütülen tasfiyecilik gayretlerini şu şekilde tenkit ediyordu: "Bugün, İslâm gazetesinin başında bir takım makaleler görülüyor ki, Türkçe kelimelerin yanı başlarında Arapçaları olmasa zavallı millet hiçbir şey anlayamayacak. Meclis yerine Kurultay, Mebus yerine yalvaç, âyan yerine aksakal, hal yerine idemük, can yerine bilmem ne! Doğrusu ben makale sahibinin iyi bir niyet beslediğinden emin olmasam, bu zat mutlaka lisanı tasfiye etmek isteyenlerle eğleniyor derdim. Evet, lisanın sadeleştirilmesi farzdır. Gazetelerde zabıta olayları bile, öyle ağır bir lisanla yazılıyor ki, halk onu bir dua gibi dinliyor: "Mehmet beyin hanesine leylen, sürce-yab-ı duhul olan sarik, sekiz adet kaalice-i giran-baha firkat etmiştir." deyip de: "Mehmet beyin evine hırsız girmiş, sekiz kıymetli halı çalmış" dememek adeta maskaralıktır. Halkın anlayabileceği manâlar onların kullandığı dille ifade edilmelidir."

Maalesef Medeni Kanun tasarısında mevcudun ağır lisanından kurtulalım derken, denge tutturulamamış, bu defa farklı bir uçta aşırılık sergilenmiştir.

Vakıflarda istikrar

Şimdi tasarının muhtevasına gelelim. En büyük tartışma, kanunun önsözünde çıktı. Çünkü önsöze "tarihi vesikadır" gerekçesiyle eski Adalet Bakanı Esat Mahmut Bozkurt''un pozitivist dünya görüşüne göre kaleme aldığı cümleler dahil edilmişti. Münakaşa neticesinde İslâmiyet''i rencide eden bazı kelimelerin metinden çıkarılması sağlanabildi.

Bir başka ihtilâf noktası vakıflar. Adalet Bakanlığı vakıflara da kuşkuyla yaklaşıyor: Getirilen tasarıda vakıflara ilişkin çeşitli sınırlamalar yer alıyor. Her şeyden önce vakfın da tıpkı dernekler gibi geçici olarak faaliyetten alıkonulması, öngörülüyor. Vakıfların sadece, Vakıflar Genel Müdürlüğü değil, Cumhuriyet Savcısı''nın başvurusu üzerine de, mahkeme kararıyla kapatılabileceği belirtiliyor.

Vakıf bir mal topluluğu olduğu için, malını vakfeden kişi istikrar görmek ister. Vakıfların müdahaleye açık hale getirilmesi, muğlâk ifadelerle kolay kapatılabilecekleri bir zemin yaratılması, vakıfların sürekliliği ve hukuki teminatına vurulan bir darbedir. Mevcut kanunda vakıflar, nitelikleri gözönüne alınarak, Vakıflar Genel Müdürlüğü''nün denetimi haricinde başka otoritelerin müdahalesinden korunmuştur: "Bu kanunda gösterilen yetkili merciler dışında, bir kişi veya kuruluşun vakfın idaresine doğrudan doğruya veya dolaylı olarak müdahale etmesi halinde, bu müdahaleye yer veren veya göz yuman idare edenler, işlerinden uzaklaştırılırlar."

Mevcut Medeni Kanunun 79''uncu maddesinin son fıkrasındaki bu hükümler, tasarıdan çıkarılmıştır.

Cumhuriyetin temel nitelikleri

Kanun tasarısında yanlış anlamalara ve istismarlara yol açabilecek bazı ibareler bulunuyor. Sözgelimi tasarının 112''nci maddesi, "haklı sebebler varsa, mahkeme, vakfın yetkili organı veya denetim makamının istemi üzerine, vakfın örgütünü, yönetimini ve işleyişini değiştirir" demekte.

Burada, "örgüt" kelimesinin yerine oturmadığı hususunu bir kenara bıraksak dahi, muhteva itibariyle de vakıfları istikrarsızlığa sürükleyecek bir düzenleme ile karşı karşıya kaldığımızı görüyoruz. "Haklı sebeb" muğlâk bir ifadedir. Oysa mevcut kanunda (madde 79) "Vakfın mallarını muhafaza ve gayesini idame imkânsız hale getirilmişse" deniliyor. Ayrıca mevcut kanunda "örgütü değiştirmek" yerine "idare şeklini veya teşkilât yapısını değiştirir" cümlesi var.

Halen yürürlükte olan Medeni Kanun, "Hukuka, ahlâka, milli birliğe, milli menfaatlere aykırı veya belli bir ırk ya da cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla vakıf kurulamayacağını" öngörmekte.

Tasarı "Cumhuriyetin anayasa ile belirlenen niteliklerine ve anayasanın temel ilkelerine aykırı" bir vakfın kurulamayacağı hususunu da diğer unsurlara ilâve etti.

Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk''e sorduk: "Cumhuriyetin niteliklerine aykırı vakıf kurulamaz ne demek? Hiç kimse ben şapka devrimi ile mücadele edeceğim veyahut laik cumhuriyeti yıkacağım diye vakıf zaten kurmaz. Öyleyse hangi teşebbüsler cumhuriyetin temel niteliklerine aykırı diye yorumlanacak? Meselâ İmam Hatip Okulu talebeleri için yurt açmak veya burs vermek, cami yapımı için teşkilâtlanmak veyahut başörtülü kızların mücadelesini desteklemek amacıyla vakıf kurmak, cumhuriyetin temel niteliklerine aykırı mı sayılacak?"

Adalet Bakanı''na bir başka sorum da şöyle oldu: "Vakıflar cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla kurulamaz, derken neyi kastediyorsunuz? Cemaat, Lozan''da belirlenen azınlıklar mıdır? Yoksa hiçbir hukuki statüye dayanmayan ve halk diline öylesine yerleşmiş olan dini cemaatler de bu kategoride mi mütalaâ edilecektir?"

Bakan her iki sorumuza da kaçamak cevap verdi ve meseleyi hâkimin takdirine bıraktı. Oysa bir kanun farklı yorumlara açık muğlâk ifadeler kullanmamalı.

Tasarıda, önsöz, dil ve vakıflar haricinde, bir de en fazla aile hukukunda, evliliğin genel hükümlerinde ve mal rejiminin tespitinde tartışma çıkacak. Bu hususlara da sırası gelince bir başka yazımda değineceğim.

23 yıl önce
Medeni Kanunun dili
Neden Şimdi?
Tevhid risalesi yazan Milli Eğitim Bakanı
Bir Başka Mesele: Kadın ve erkeğin ince ayarları bozuldu
Omelas’ı bırakıp gitmeyenler..
Tek bir zamana/ tarihsizliğe hapsedilmeye başkaldıran adam: Kadir Mısıroğlu