Türkiye’de belli bir kesitin Avrupa Birliği rüyası o kadar uzun sürdü ki, içi boş da olsa Ankara-Brüksel ilişkilerinde herhangi devinim onları aşırı heyecan-landırıyor…
Alman hükümet kaynaklarına bakılırsa, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeniden seçilmesinin ardından Berlin, AB-Türkiye arasındaki siyasi diyaloğun canlandırılması ve çeşitli alanlarda işbirliği opsiyonlarının değerlendirilmesi için girişimde bulunacak…
Tabii. Bekleriz…
***
Berlin dediğiniz ana NATO karargâhlarından biridir ve Ukrayna’nın sıçraması halinde vurulacak ilk değilse bile ikinci başkenttir. (Varşova bu konuda daha hevesli.) Ekonomisine, otomotivine bakınca Avrupa’yı sürüklediği hâlâ söylenebilir ama sonuçta hem siyaseten hem dolar cinsinden ‘ipoteklidir’…
Pandemiden alırsak sayfalar tutar. Biz ‘canlı’dan yürüyelim…
Gerçekten garip manzaraydı. Paris fonunda Katedral kulesinin yanarak nasıl yıkıldığını unuttunuz mu?
Fakat ‘kambur’ kilisede değil Élysée’deymiş…
***
Bunu İstanbul’dan görüyorsak, Avrupa başkentlerinin akıbetlerini görme korkusuyla yan gözle izlediklerini de bilelim. Peki Fransa bitti mi?..
Ayrı konu. Ama ‘Horoz’un kanatları kısalıyor. Zaten öfkesi burnunda Fransa/Paris ahalisi, Cezayir kökenli 17 yaşındaki Nahel’in polis kurşunuyla öldürülmesinin ardından yıkıcı protesto gösterileri yapıyor ve onbinlerce kişilik takviye güçlerin elinden bir şey gelmiyor.
Ancak alevler sonuç. Sebep Afrika’dan başlıyor; Paris’in yanma sebebinden değil, Fransa’nın yanmaya başladığı yerden bahsediyorum…
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron: “Fransa’nın Afrika’ya müdahale projesi FransAfrik bitti”.
Kısaca iki eski Avrupa ülkesi, iki çekirdek fena günlerden geçiyor ve bunların konjonktürel olmadığı bellidir. İngiltere ve ABD olduğu sürece de bellerini istedikleri kadar doğrultamayacaklar…
***
Şimdi İsveç’in NATO üyeliğini konuşuyoruz, değil mi…
Bu ülke aynı zamanda AB üyesi ve bir AB üyesi olarak Türkiye’nin katılımına ne destek vermiş? Bir yana, daha iyi anlıyoruz, 1995’te başlayan üyeliği boyunca koynunda yılan besleyip bize salmış…
NATO’ya kabul ettiğimizde AB’de burnunu sürttüğümüzü unutacak mı sanıyorsunuz? Stockholm unutsa, Washington, Londra, Berlin, hiç olmadı bi-vesile Atina hatırlatır.
***
‘Evropa’; ekonomik krizdir, pandemidir, Ukrayna savaşıdır, aşırı milliyetçiliktir, enerjidir, ABD’dir diye diye ‘hayali kurulacak hayat’ vasfını yitirdi. Türkiye de hevesini yitirdi. Israr, ‘Stockholm Sendromu’na girer.
İçeride de farklı değil; Türkiye-AB serancamı içinde “maddi ilişkiler” de kuruldu. Üniversiteleriyle, düşünce kuruluşlarıyla, yardım/yatırımlarıyla, NGO’larıyla, vs…
Menfaat ilişkisi şimdi siyaseten ölü birliğe, dudak-dudağa ‘suni teneffüs’ yapmaya çalışıyor. Sakın kanmayın. Varlık/geçim/kariyer nedenlerini hayata döndürmeye çalışıyorlar. Verileri de çıkarımları da analizleri de palavra…
***
Avrupa dünyanın yeni şartlarını ve dönüş yönünü görüyor. Bunu atlamıyor. Sadece Çin meselesi değil. Orta Asya, Batı Asya, Ortadoğu, Afrika, Rusya, Latin Amerika, vs…
Şimdi bu ülkeyle ilişkisini baştan kurmaya çalışıyor. “Baştan” derken, sıfırdan ve bu sefer doğru kurmaktan bahsetmiyorum. Avrupa’nın o taraklarda hiç bezi yok. Bağnazlığı mukavimdir. Kendileri aşamıyorlar ki, bizim için aşsınlar.
Reel-politiği görüyorlar, gereklerini atlıyorlar. Avrupa genelinde yükselen milliyetçilik bir tür ideolojik kaderdir. Kur’an, bayrak yakmak ise dünyanın kalanına hâlâ aynı baktıklarını, ikinci sınıf gördüklerini, “medeni dünyalarıyla” yerkürenin ruhuna tecavüz ettiklerini gösteriyor.
Ankara bunu ilk söylemiyor ve dahi içeriye de söylüyor; “Başarısızlıklarının sebebini kendilerinde aramak yerine her defasında insanımızı suçladılar. İnşallah 28 Mayıs’ta bu kibir abidelerine hep beraber ‘yeter’ diyeceğiz”… (05/21)
Bu iki kibir odağının AB’ye ve dışındakilere yaklaşımı ortaktır.